‘’Yaşama sevinci’’ büyülü bir sevinç. Tüm sevinçlerin en hakikisi. O sevinci içtenlikle taşıyan; gönlü, var olmanın mutluluğuyla dolup taşan insanlara ise nadiren rastlanıyor. İşte Bennu Gerede onlardan biri. Her yeni günü coşkuyla kutlayan, yaşama iştahıyla dolu ruhlardan o. Bennu için tanıştığı her yeni insan, çıktığı her yolculuk, tattığı her tecrübe; ıskalanmadan, tadına vara vara yaşanması gereken birer keşif. Üstelik maceralarına, dört çocuğuyla ailesini ve dostlarını da dâhil etmekten zevk alan biri. Özgüveni, uçarılığı, dostlarına sadakati ve en çok da şelale gibi çağıldayan gür kahkahalarıyla, sevincini yanındakine de bulaştıran cömert ruhlardan Bennu. Hayatının en spiritüel deneyimini yaşadığı Bali hikâyesini sonlandırmaya hazırlanırken, aklında yine tek bir şey var: Orada yakaladığı gücü ve mutluluğu İstanbul’a taşımak, paylaşmak, çoğaltmak…
Alışılmış kalıpların dışında, kendine özgü bir annesin. Oğullarına sıradışı bir çocukluk yaşatıyorsun. Senin çocukluğun da maceralı mıydı?
Çok marjinal bir anne babayı seçmişim ben kendime. İkisi de ablamla beni hep farklı ülkelere götürdüler. Ben altı aylıkken New York’a taşınmışız. O zamanlar Arnavutköy’de, annemin ailesine ait bir yalıda oturuyormuşuz. Yalı ama yaşanılır tarafı yok! Zaman içinde bitmiş, duvarları bile kalmamış. Annem bana hamile, arkasında ablam; yüz tane merdiveni ine çıka kömür taşırmış. Babamın da o zamanlar beş kuruş parası yok ve bir şekilde para kazanmak zorunda. New York’ta, Birleşmiş Milletler’in medikal departmanında iş bulmuş ve ailecek kalkıp gitmişiz. Hayatımın en güzel günleriydi New York. Annem, hemen şehrin en güzel bölgelerinden birinde, East River’daki Beekman Place’te çok güzel bir daire bulmuş; hem de çok ucuza. Böylece maceramız başlamış. New York’a âşıktım; halen de öyleyim. On üç yaşından itibaren harçlığımı çıkarmak için çocuk baktım, köpek gezdirdim, dondurmacıda çalıştım, Noel zamanı hediye paketleri yaptım. Sonra büyüdükçe kulüpleri keşfettim. 14. Cadde’deki Nell’s en ünlüsüydü. Kapıdaki bodyguard bana âşıktı, ben de ona! Bu yüzden rahatça girip çıkardık. New York benim evim. Bütün çocuklarımı orada doğurdum. Onlar için de bir özgürlük kapısı oldu.
O günlerden aklında yer etmiş olan başka hangi yolculuklar var?
Ben on iki yaşındayken annem bizi Küba’ya götürdü. Varadero’da güzellik yarışması düzenleniyordu. Katıldım ve ‘’en güzel kız’’ seçildim ama nasıl çirkindim, anlatamam! Bir de çok çirkin bir Kübalı erkek arkadaş edindim hemen. Bir bunu çok iyi hatırlıyorum; bir de Havana’da, Hemingway’in takıldığı El Floridita’yı. Görkeminden çok etkilenmiştim. Bir keresinde de babamla cruise tatili yapmıştık üçümüz. Cayman Adaları’nda inip bir gece otelde kalmıştık. Babam, akşamüstü içkiyi biraz fazla kaçırmıştı. Bizi korkutmak için ‘’Piranaların arasına atlayacağım’’ deyip durmuştu. Ablamla nasıl üzülmüştük!
Seni Bali’ye taşınma kararına iten ne oldu? Neden Bali’yi seçtin?
Çocuklara ‘’İstanbul’dan taşınacağız’’ diye yıllardır vaatte bulunuyordum. Aslında başta hiç de Bali yoktu aklımda; Amerika vardı ama o planlar suya düştü. Bali’yi bize tavsiye eden oğlum Dilan’ın birlikte sörf yaptığı, yılın yarısında Bali’de yaşayan bir arkadaşı oldu. Çocuklar bugüne dek Fransız sisteminde okudukları için, bir Fransız okulu bulunduğu sürece dünyanın her yerinde yaşayabilirler. Bu yüzden hemen okula yazılabildiler. Ben de güneşsiz ve denizsiz yaşayamam. Bali’nin iklimi benim için inanılmaz uygun. Yaşam koşulları muhteşem. Bu kadar güleryüzlü insanlar ve kaliteli servis, dünyanın hiçbir yerinde yok. Masaj da çok ucuz. Ve en önemlisi dünyanın ta öbür ucu! Açıkçası Türkiye’nin depresif havasından uzaklaşmak, monotonluğu kırmak istedim. Bir yandan da konfor alanından çıkmak büyük bir challenge. Ben de her zaman challenge ve yenilik sevmişimdir. Bir faktör daha var: Hayatımda ilk defa çalışmadan iki sene geçirdim burada. 13 yaşımdan beri çalıştığım için, kendime hediye olarak dedim ki, tamamıyla kendime yatırım yapacağım. Tutku duyduğum ve merak ettiğim konuların peşinden gideceğim. Nitekim öyle de oldu! El ve ayak refleksolojisi öğrendim. Pilates hocası oldum; Pilates dersleri veriyorum. Reiki yapıyorum. Bir yandan eCornell’den altı hafta boyunca Plant Based Nutirition (Bitkiye Dayalı Beslenme) kursu aldım. Şimdi de çok yoğun bir şifacılık eğitimi için Los Angeles’a geldim. İnsanlara şifa vermek istiyorum çünkü.
Bir röportajında ‘’İstanbul’da yaşarken bir çarkın içindeydim’’ diyorsun. Neydi o çark?
İstanbul’a yıllar sonra döndüğünde bile bakıyorsun insanlar hep aynı. Hiçbir farklılıkları yok; yalnızca vitrin değişiyor. Kendimi geliştirmek için bir açlık duyuyordum ben. Kendime vakit ayırmak, kendi iç sesimi dinlemek için… Bir anda fotoğrafçılığı bıraktım. Çark, kendi içinde de olan bir şey çünkü. Maalesef sistemin içindeyken vakit hızla akıp gidiyor. Yaşamayı unutuyoruz! Ve maalesef çoğu insan kendini hiç tanımadan yaşayıp gidiyor. Ta mezara kadar…
Bali çocuklar için nasıl bir deneyim oldu?
Paha biçilmez bir tecrübe! Bir kere bambaşka bir kültürün içinde yaşadılar. Dünyanın her yerinden yepyeni bir arkadaş çevresi edindiler. Hem İngilizceleri gelişti hem Fransızcaları. Okuldan çıkıp sörf yapmaya gidebildiler. Kay kay mekânları sonsuz. Gece hayatı çok zengin. Kendi kazandıkları parayla motosiklet aldılar; vasıta olarak onu kullanıyorlar. Türkiye’de olsa asla izin vermezdim. Ama burada yollar o kadar kötü ve dar ki ya scooter ya motor; başka çare yok. Her şeyin ötesinde, iki sene boyunca Asya’da bir adada yaşadılar ve hiç yabancılık çekmeden… Saniyesinde adapte oldular. Hiçbiri, bir kez bile ‘’Dönmek istiyorum Mummy’’ demedi. Bir de evimizde gekolar, kurbağalar, yılanlar, yarasalar, kertenkeleler, kedi, köpek, örümcek ve daha birçok hayvan ve böcekle bir aile olduk. Normal şartlar altında asla böyle yaşayamazdık. Ama burada nedense alışıyorsun ve onların dünyasının bir parçası oluyorsun.
Bali’deki tüm hayatın içinde, yaşadığın en egzotik tecrübe ne oldu?
Burada geçirdiğim her an, ilginç ve egzotik geliyor bana. Ama herhalde Tirta Empul’a gittiğim günü hiç unutmayacağım. Bali’nin en kutsal sayılan tapınağı, Tirta Empul. Kutsal suların aktığı bir su tapınağı. Buralı insanlar da çok sık ziyaret ediyor. Hem sağlıkları için dua ediyorlar hem arınmak için. Suyun üç özelliği var: Bedeni ve ruhu arındırmak, kötü ruhları yok etmek ve bolluk getirmek. Doğal bir kaynaktan; şifa havuzlarını, balık havuzlarını besleyerek nehre doğru akıyor buz gibi su. On bir farklı çeşmenin altından, dualarını okuyarak tek tek geçiyorsun. Gerçekten büyüleyici. Çok kalabalık olduğu için ziyaret saatler sürüyor. En küçük oğlum Kai, o zaman dokuz yaşındaydı, bütün parkuru benimle birlikte bitirdi.
Hindu kültürü hayata dair sana neler öğretti?
Bali’de Budistler, Hristiyanlar, Müslümanlar da var ama çoğu Hindu, tabii. Balinezler ile Hinduizmi hayatın içinde yaşama şansımız oldu çünkü her yerde sürekli seremoniler oluyor. Evimizde de hem girişte hem bahçede türbeler var. Her sabah ve akşam yardımcım, tütsülerle birlikte adak bırakıp hepimiz için dua ediyor. Balinezler buradaki kültürün içine animizm de katmışlar. Onlar için her obje, hayvan, nehir, taş vs. yaşıyor. Her şeyin bir ruhu var. Reenkarnasyona inanıyorlar. Ölünce bedenin mutlaka yakılması gerektiğine inanıyorlar ki ruh özgür kalabilsin. Bedene önem vermiyorlar çünkü beden sonuçta ruhu taşıyan bir kutu sadece.
Bali’de kendini en mutlu hissettiğin yer neresi?
Burada, şehir hariç her yer huzur veriyor bana. Desa Seni diye bir butik otel var; favorim orası. Yoga için her zaman oraya giderim. Onun dışında spor yapmak için tercihim Canggu Studio. Plajda yürüyüp dalgaların sesini dinlemeyi seviyorum. Bali’de şimşekler de yağmur da çok şiddetli. Bambaşka bir dünyada gibisin. Ubud da müthiş spiritüel. İnanılmaz bir dokusu ve hissiyatı var. Maalesef orada kalma fırsatım olmadı ama bir dahaki sefere mutlaka kalacağım. Açıkçası burada her yer beni mutlu ediyor.
Bali seni nasıl değiştirdi? Bali öncesi Bennu ile şimdiki Bennu arasındaki en belirgin fark nedir?
Bence çok büyük bir fark var ve dua ediyorum ki seneye İstanbul’a döndüğümde bu dinginliğimi koruyabileceğim. Bir kere çok daha az stresli ve sinirliyim. Sakin olmayı öğrendim. Hayatın ufak tefek, ruhsuz saçmalıklarından uzak duruyorum. Bunların beni etkilememesi için öğrendiğim yöntemleri uyguluyorum; nefes terapisi ve meditasyon gibi. İnsanları önyargısız, beklentisiz, oldukları gibi sevmeye çalışıyorum. İşin özeti, doğduğumuzda sahip olduğumuz ama sonra kaybettiğimiz duyguları tekrar besleyip yaşatmak için bir fırsat oldu bu iki yıl. Zaten hep enerjik ve olumlu bakan bir insandım. Şimdi daha da doğrulandı bu. Burada insanlar hep güleryüzlü ve azla yetinmekten zevk alıyorlar. Şükran kavramını yaşamayı biliyorlar.
Yakın zaman önce vegan olduğunu biliyorum. Bali’deki hayatın bu kararda etkili oldu mu?
Türkiye’deyken çok fazla et yiyordum. Hem de kanlı kanlı, kalın kalın bonfileler. Bir gün çok ünlü ve çok lüks bir lokantada yine et ısmarlamıştım. Sipariş geldiğinde, tabağımda ineği gördüm. Tattığım en kötü et parçasıydı. O gün ceset yemekten vazgeçtim. Böylece altı sene önce vejeteryan oldum ama ben zaten vegan olma yolundaydım çünkü süt, yumurta vs. de yemiyordum. Sadece peynirden kopamıyordum. Plant Based Nutrition kursunu tamamladıktan sonra kararımın ne kadar doğru olduğunu gördüm. Artık bu bilgi ile hayvanlara da çevreme de kendime de zarar vermem. Sonuçta ‘’You are what you eat’’. Hastalıkların çoğu öncelikle beslenmeden kaynaklanıyor. Bedenimiz bir tapınak ve ona iyi bakmak zorundayız. Ayrıca ha domuz, inek yemişsin; ha kedi köpek; bir fark yok! Anlayacağın veganlığı burası tetiklemedi ama burada yaşamak işimi kolaylaştırdı. Doğanın sunduğu bu sebze-meyve cennetinde iki yılımı geçirme fırsatım oldu. Kendimi çok talihli hissediyorum.
Bali’de seyretmekten en çok zevk aldığın manzara hangisi?
Plajdayken dalgaların arasından ufuğa baktığımda, güneşin doğuşu ve batışı. Bir de pirinç tarlalarının manzarası.
Senin için Bali’nin kokusu nedir? Yıllar sonra Bali’yi neyin kokusuyla hatırlayacaksın dersin?
Frangipani ve tütsü kokuları.
Bali’de tanıdığın insanlar arasında en enteresan olanı kimdi?
Buraya yeni taşındığımda, gözleri görmeyen bir şifacıya gittim. Zaten o sıralar psikolojik olarak hiç iyi değildim. Bilinen şifacıların hepsini deniyordum çünkü gerçekten iyi değildim. Yaşam sevincimi kaybetmiştim, ışığım sönmüştü. Özgür ruhumu kaybetmiştim. Özellikle bu kadın beni çok etkiledi. Belki de gözleri görmediği için duyuları çok güçlü ve yoğundu. Bedenimdeki hasarları, bunların ruhumla olan bağlantılarını hemen tespit etti. Yaşadığım ilişkiler ve hayatımdaki bazı insanlar beni zayıf düşürmüştü. Bali’ye geldikten sonra eski gücüme kavuştum. Kendimi buldum. Ruhumu buldum. Özgür ruhumu…
Pilates, reiki, refleksoloji, beslenme, şifacılık… Bali’de geçirdiğin süre içinde öğrendiklerini bir araya getirecek bir oluşum planın var mı?
Bütün bu öğrendiklerimi bir çatı altında bir araya getirmek istiyorum, tabii. Otuz yıl fotoğrafçılık yaptıktan sonra anladım ki bir ara vermem gerekiyor, belki de tamamıyla bırakmak. Tutkularım ve hayat tarzım zaten değişmeye başlamıştı. Bali’ye taşınarak kendimi nihayet tanımak için fırsat edinmiş oldum. İlgi duyduğum her şeye atladım! Sertifikalar aldım, eğitimlerden geçtim, bir çocuk kitabı daha yazdım. Şimdi de şifacılık eğitimi için çok heyecanlıyım. Beslenmeyi, sporu, şifacılığı bir araya getiren holistik bir girişim başlatmayı düşünüyorum.
Bali’den sonra sıradaki macera nedir?
En fazla bir sene içinde İstanbul’a dönmek zorundayız. Kai’ın babası onu çok özlüyor ve gerçekten çok uzak burası. Amerika hayallerimiz halen ufukta duruyor. Bakalım; şimdilik plan yapmıyoruz. Tam anlamıyla, we’re going with the flow…
* Açılış fotoğrafındaki sarılı – beyazlı çiçek frangipani , ”Hint mabed çiçeği” olarak da biliniyor. Tropikal çiçekler içinde, aromasıyla en çok tanınanlardan biri.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.