”Senin Botoks Zamanın Gelmiş”

Beş-altı yıl kadar önceydi; kaşlarımda ve saç diplerimde kaşıntı şikâyeti ile doktora gittim. Yıllardır göründüğüm dermatoloji uzmanı, uzun bir seyahate çıkmış olduğundan bu defa farklı birinden randevu almam gerekmişti. Bir arkadaşımın tavsiyesi ile seçtiğim bu yeni doktor da kendi doktorum gibi bir kadındı. Kadın doktorları severim.

Doktor Hanım; ellili yaşlarda, bir parça donuk olmakla birlikte ciddi görünümlü, hoş biriydi. Beni muayene etti. Şikâyetimin, soğukların etkisiyle ortaya çıkmış bir tür cilt kuruluğundan kaynaklandığını söyledi ve düzenli olarak kullanmam için bir şampuan, bir de nemlendirici krem önerdi. Muayenenin bittiğini sanıp ayaklanmak üzereydim ki tekrar yüzüme doğru eğildi. Eliyle çenemi yükseltip gözlerini kıstı ve ‘’Canım, ateşin var senin’’ der gibi acıma ve sempati karışımı bir ifadeyle şöyle buyurdu: ‘’Senin botoks zamanın gelmiş.’’

Ya evet, aynen öyle!

Bir de üstüne tane tane ekledi: ‘’Şimdi başlamazsan çok geç olur.’’

Hemen ayağa fırladım! ‘’Hanımefendi’’ dedim, ‘’Burası hastane mi, güzellik salonu mu? Hiç üstünüze vazife olmayan bir konu hakkında, hem de kocamın önünde, hangi cüretle benimle bu şekilde konuşursunuz? Sizi dava edeceğim!’’

Ah keşke!

Şaka, tabii. Elbette bunların hiçbirini söylemedim; Grey’s Anatomy’de değiliz. Ama kocamla ilgili kısmı şaka değil. Muayene odasında benimle birlikteydi ve evet; artık botoks zamanı gelmiş bir kadın olduğum hükmünü onun önünde almıştım.

‘’Yok, ben botoks düşünmüyorum’’ filan diye geveledim ve oraya ne için geldiğimi çoktan unutmuş halde; dişlerim ve yumruklarım sımsıkı; yüz çizgilerimse muhtemelen her zamankinden daha derin, kös kös odadan çıktım.

Şu bir gerçek: Doktor ve hasta ilişkisi, eşit bir ilişki değil. Bir tarafın ‘’otorite’’ olduğu, diğer tarafın ise kendini otoriteye teslim ettiği, eşitsiz bir ilişki. Yüzüme bakıp artık botoksa başlamamı telkin eden bir başkası olsaydı, üstünde durmazdım. Ya da en fazla ‘’Deli midir, nedir? Sen kendi yüzüne bak, densiz!’’ diye içimden geçirir, notunu bir güzel kırardım. Çünkü olgun bir insanım. Oysa gözlerini yüzüme diken; yüzümü yargılayan; görev ve sorumluluk sınırını aşıp, bilginin ve uzmanlığın verdiği kudretle bana kendi hakkımda bir tespit dayatan herhangi biri değildi; bir doktordu. Bu yüzden de o tek cümle –senin botoks zamanın gelmiş- üzerimde neredeyse taciz hissi yarattı.

Tacize uğrayan her kadın bilir –ki uğramayan var mı- öfke, korku, tiksinti hislerinin yanı sıra, içinin karanlığında bir yerde bir de suçluluk duyarsın. Yapmasaydım, bakmasaydım, böyle giyinip, şöyle yürümeseydim vs. Doktor Hanım’ın sarf ettiği o cümle de bende benzer bir etki yarattı. Cahillik edip üstüme düşeni yapmamışım; yapmaya gecikmişim gibi bir eksiklik ve yanlışlık hissi. İçime bir kurt düştü. Hakikaten botoks yaptırmaya başlamalı mıydım? Hemen başlamazsam her şey için çok mu geç olurdu? Akılsız ve botokssuz halimle, benden yirmi yıl önce doğanlardan bile daha geçkin göstereceğim bedbaht bir gelecek mi bekliyordu beni?

Aynadaki yüzüme bakışım değişti. Kendime bakışım değişti. Daha önce görmediğim çizgiler görür oldum. Hatta her gün sayıları artıyor gibiydi! Çok sevdiğim makyaj ritüelim bile eski zevki vermez oldu. Kaşlarım kaşınıyor diye gittiğim muayeneden, yaşlanıyorum derdiyle ayrılmıştım.

Doktor Hanım, yüzümle aramı bozmuştu. Beni mutsuz etmişti. Buna hakkı var mıydı?

Öte yandan aşırı tepki verdiğimin farkındaydım. Alt tarafı bir laf işte; ne var bu kadar büyütecek? Hem belki de kadınca bir samimiyet şevkiyle, öylesine söylenmiş bir sözdür. Kendince iyiliğimi düşünmüştür. Ya da botokstan kazandığı parayı fazlaca seven, kendi iyiliğini fazlaca düşünen biridir; bir müşteri daha avlamak istemiştir. Sorun bende değil, ondadır yani.

Hangi motivasyonla söylenmiş olursa olsun, pusuda bekleyen birtakım korkularımı ve güvensizliklerimi açığa çıkardığı besbelliydi. Bir süre ciddi ciddi düşündüm. Botoks yaptırsam mı, yaptırmasam mı? Mesele zihnime kılçık gibi saplandığından yalnızca kendi yüzümü değil, çevremdeki her kadının yüzünü yeni gözlerle görmeye başladım. Ve şunu fark ettim: Ne çok botokslu yüz vardı! Ve evet; tıpkı silikon memeler gibi botoks da ziyadesiyle kendini gösteriyordu. ‘’Ama hiç belli olmuyor’’ iddiası belli ki sektörün pazarladığı tatlı bir hayaldi. Öte yandan belki de sandığım kadar botokslu yüz yoktu. Belki botokslu sandıklarım bile botokslu değildi ama algıda seçicilik psikolojisi ile bana görünür olmuşlardı.

Fena bir şey daha fark ettim. Doktorun bana yaptığını, ben de çevremde gördüğüm yüzlere yapmaya başlamıştım: Hiç üstüme vazife olmamasına rağmen onları yargılamaya. Botokslu yüzlerin zarla kaplı gibi bir hali vardı. Dozu şaşmış olanlar, şeytani bir ifadeye bürünmüştü. Bazıları o kadar kıpırtısızdı ki sanırsın hayatta değil… Zihnimden bunlara benzer asitli cümleler geçip duruyordu.

İyi de sen istemiyorsan yaptırmazsın; başkalarından sana ne?

Sonra bir gün, zihin açıcı bir şey oldu. Çok satan bir gazetenin, çok okunan hafta sonu ekinde bir röportaja rastladım. Röportaj, bir dermatoloji profesörü ile yapılmıştı ve çarşaf gibi yayıldığı sayfadan bas bas bağıran başlığı şuydu: ‘’Botoksa yirmilerin sonunda başlamalı’’.

Yirmilerin!

Yo, yirmiler geç bence; gelin şunu onlar yapalım. Hatta adet görmeye başlayan kız çocuğu botokslansın!

Röportajı veren profesör, erkekti. Az saçlı, çok göbekli, yorgun yüzlü görünümü ile genç ve güzel kalmak için kendi adına pek de çaba harcamışa benzemiyordu ama kadınlara, gencecik yaşta botoks öğütleyecek kadar işinin ehliydi. Aslında ‘’öğütlemek’’ kavramı naif kalır. Milyondan fazla insanın takip ettiği bir kitle iletişim aracından, ‘’Botoksa yirmilerin sonunda başlamalı’’ diye sesleniyorsanız buna öğütlemek değil; dayatmak denir. Beyin yıkamak denir. Ticaret denir. Kadınların ayağına bir pranga daha geçirmek denir.

Bizi aptal mı sanıyorlar?

Röportajı öfkeyle okudum. Hemen sonra da rahatladım. Bir doktordan duyduğum tek bir cümleyle zihnimde düğümlenen mesele, başka bir doktorun sarf ettiği başka bir cümle ile çözülmüş oldu. Bir hormon rüzgârıyla gelip geçen doğurma isteği gibi; botokslansam mı, botokslanmasam mı gelgitleri de uçup gitti. Yaptırmadım, yaptırmayacağım. Kimin, ne dikte ettiğinden bağımsız olarak iki sebebim var. Birincisi, yüz kaslarımı toksinlerle felç etme fikrini cazip bulmuyorum. İkincisi, güzellik anlayışımla ilgili: Güzellik, her şeyden çok ve her şeyden önce ‘’ifade’’ demek benim için. Bu yüzden de botokslu yüzleri beğenmiyorum. Birileri de benim botokssuz yüzümü beğenmiyor olabilir; tamamen şahsi bir zevk ve tercih meselesi. Kendi özerk kimliğini savunan herkes gibi, şahsi tercihlerin değerine inanıyorum. Öte yandan şahsi tercih görünümlü tuzaklara dikkat etmek gerektiği kanısındayım. Yaptığımız tercihlerin hangi ölçüde bize; hangi ölçüde eşe dosta, el aleme, ‘’Ama herkes yapıyor’’a  ait olduğunu sorgulamalıyız. Bunu kendimize borçluyuz. Ne mutlu bize ki sorgulamak için de aklımız var.

Bedenimizle ilgili aldığımız her karar, kimliğimizin ve özgürlüğümüzün bir parçası. İster makyaj yaparım, ister yapmam. İster saçımı boyarım, ister doğal haline bırakırım. İster dövme yaptırırım, ister botoks… Kendi güzellik kavramımı tanımlama özgürlüğüne sahibim. Yüzümü, bedenimi dünyaya nasıl sunacağım; benim bileceğim iş.

Benim bedenim, benim kararım.

Önemli olan, bana neyin iyi geldiğini bulmak. Önemli olan, iyi hissetmek. Çünkü iyi hissettiğimde, güçlü hissediyorum. En sevdiğim kadınlardan biri olan, şanlı feminist Gloria Steinem’ın söylediği gibi: ‘’Her şey, özgüvende; özgüven ise bedende başlar.’’