Televizyonda Kadınlık Dersleri

Saat sabahın 10’u bile değilken, kendi nişanına gidiyormuş gibi giyinip süslenmiş sunucular. Kadifeden fayansa, varaklı koltuklardan plastik oyuncaklara; hem estetik hem mantık ölçülerine meydan okuyan bir dekor. Ve fazla aydınlık, fazla kalabalık, fazla gürültülü bu sahnenin karşısında; çoğunluğu kadınlardan oluşan bir seyirci topluluğu. Birazdan hep beraber bir aile dramına içlenecek; hemen ardından, gözyaşları kurumadan topluca ayağa fırlayacaklar. Sonra vur patlasın çal oynasın…

Fiziksel ortamdan konuşulan Türkçe’ye, konu başlıklarından duygu patlamalarına; anlam ve bütünlük derdi olmayan, sıradan bir gündüz kuşağı programıydı. Şu gördüğüm bir sinir hastalığı olsaydı, ismi ne olurdu diye aklımdan geçiriyordum ki cümbüşün ortasında, her şey normalmiş gibi oturan genç adamı fark ettim. Günün konuklarından biriydi. Beslenme uzmanıymış. Adam sıkıcı sıkıcı konuşmaya başlayınca, göreceğimi gördüm deyip kanal değiştirmeye hazırlandım ama bir şey beni durdurdu.

‘’Kadınlar mutlaka ananas yemeli’’ diyordu uzman kişi. Konu her nasılsa hormonal bozukluklara gelmişti ve beslenme uzmanı adam, hamile kalma güçlüğünden menopoz ateşlerine, her derdin devası ananastır diye tutturmuştu.

‘’Her gün ananas yiyin. Ananası düzenli tüketin. Her gün. Ananas. Yiyin.’’

O kadar çok ‘’ananas’’ dedi ki sanırsınız Hawaii’deyiz. Ve sanırsınız televizyonda oturduğu yerden, ‘’Mutlaka her gün yiyin’’ diye tanesi neredeyse 10 TL olan bir meyve önermek, Türkiye koşulları için son derece olağan.

Programın sunucusu kadın, kuş kanadı kirpiklerini açıp kapayarak uzmanı onayladı. Stüdyodaki seyirciler ne düşündü; bilmiyorum. Ya da televizyon başında izleyenler. Ne anlam çıkardılar? Ciddiye aldılar mı?

Mercan olsa ne düşünürdü?

Can Dostu Televizyon

Birkaç yıl önce, tesadüfen rastladığım ananaslı programı şimdi aklıma getiren, Mercan oldu. Bu yüzden size Mercan’dan söz etmeliyim. Seray Şahiner’in harika romanı Kul’un kahramanı Mercan’dan…

Evli, çocuksuz, yalnız bir kadındır Mercan. Geçimini, apartman merdivenleri silerek kazanır. ‘’Kalifiye eleman olmadığından kolayca diskalifiye edilen’’ insanlardandır. Kocası çalışmaz. Bütün gün evde oturup ot çeker. Evi, Mercan geçindirir. Adam bir gün kalkıp gider ve Mercan tek başına kalır.

Gönlü hasretle yanıp tutuşmaktadır Mercan’ın. Kocasının değil; koynunda uyutacağı bir evladın hasretidir bu. ‘’Doğurmamış kadınlar için de evlat acısı diye bir şey vardı’’ der Seray Şahiner. ‘’Anne olmayanlar için de evlat hasreti diye bir şey vardı. Çocuğuna dair anılarını değil; hayallerini hatırlamaktan acı çekiyordu Mercan.’’

Hayalinde bir oğlu vardır. İsmi Haydar. Boylu poslu, yakışıklı. ‘’Sokakta kendi rüzgârıyla yürüyen (…) Bıyığının kenarında bir gamze. Başkasının esprisine gülerken bile dünyaya hınzırca göz kırpan, alaya alan bir gamze.’’ Mercan’ın tek mutluluk umudu, Haydar’ın hayalidir. İyi de kocası yanındayken hamile kalamamışken, kocasız nasıl olacak bu iş? Hem hayırsız koca geri dönsün, hem de evlat sahibi olabilsin diye camilerden cemevlerine, kiliselerden türbelere yana yakıla dolaşır durur. Adak ziyaretleri ile merdiven silmekten geriye kalan zamanı ise evde, televizyonun karşısında geçirir.

Bir süre sonra televizyon, kocasının yerine geçer. Hayat arkadaşı olup çıkar. Artık televizyondan başka kimsesi kalmamıştır.

Oysa televizyondaki hayatlar, Mercan’ın hayatına o kadar uzaktır ki… ‘’Kendine zaman ayıran’’, ‘’kendi tarzını yaratan’’, ‘’yoğun bir iş gününün ardından stres atan’’, ‘’kendini şımartan’’ kadınlar vardır televizyonda. Yaşam koçu, stil danışmanı, zengin gardırop, organik beslenme vs. diye yabancı bir dil konuşan kadınlar…

‘’Zaten bu insanlar âleminde, organiği değer görmeyen tek şey insandı. Misal şu zenginler, Mercan’a köylü diye yüz vermezdi; işte böyle köy tavuğu buldu muydu, bu ne organik tavuk diye baş tacı ederlerdi.’’

Pencere kenarındaki çekyata oturduğunda, çöpçülerin sarı çizmeleri ile çalı çöpü süpürgesini bile güçlükle görebildiği, önüne araba park edecek olsa ışığı tümden kesilen bir bodrum katında yaşayıp giderken; televizyonun dayattığı kadınlığı yaşayabilir mi Mercan? Ne televizyonun dayattığı kadınlığı yaşayabilir ne kocasız ve çocuksuz haliyle, ona öğretilen kadınlığı…

Bir akşam, beklenmedik bir felaket olur; daha taksiti bitmemiş televizyon bozulur! ‘’Hem de en sevdiği gelin adayı eleme potasındayken…’’ Tamirci bulmak için öyle canhıraş çıkar ki evden, evin anahtarı şöyle dursun, içine sutyen giymeyi bile unutur. Cebindeki son parayı çilingire vermek zorunda kalınca, tamirciye verecek parası kalmaz. Ertesi gün evliliğinden kalan tek şeyi, alyansını bozdurur.

Çünkü ‘’Televizyonsuz ev, ölü çıkmış gibiydi.’’

kul-1200x1870Mercan’ın yalnızlığı en çok, tamirci değil de sanki doktor parası denkleştirmeye uğraşır gibi çırpındığı bu satırlarda, insanın içine işler. Merdiven silerken, yanından geçip gidenlerin görmezden geldiği bir hayalettir o. Sokakta, yoksul kalabalıkların içinde bir gölge… Evlerin yıkılıp yerine apartman bloklarının dikildiği, ‘’kentsel dönüşüm’’e uğramış eski mahallesi de yoktur artık; bir zamanlar ‘’bekâr kız gibi gülüştüğü’’ arkadaşları da… Seray Şahiner’in bir röportajında ifade ettiği gibi: ‘’Devlet eliyle de yalnızlaştırılmış’’ bir kadındır, Mercan. Arkadaşsız, kocasız, çocuksuz, yoksul.

Mercan, unutulmayacak bir kadın kahraman. Sayfalar boyunca dünyayı onun zihninde dolaşıp, onun gözlerinden izlerken; sessiz ve ıssız hayatı, insanın içinde ince bir sızı bırakır. Öte yandan, yaşadıkları trajik de olsa o bir trajedi kahramanı değildir. Her şeye rağmen iki şeyi başarır çünkü: Ayakta durmayı ve güldürmeyi. Seray Şahiner’in anlatımı, zaman zaman kahkaha attıracak kadar mizahi.

Kendisine her gün ananas yemesini salık veren uzman için Mercan ne düşünürdü, onun için nasıl cümleler kurardı; merak ediyorum. Cevabı bilmesem de cevabın hayali bile beni gülümsetiyor. Çünkü benim tanıdığım Mercan, ne yapar ne eder, uzmanı ti’ye alır ve güldürmeyi başarırdı. Kul’u ve Seray Şahiner’i özel kılan da işte bu başarı.