Zehirli Arkadaşlar

 

KRONİK KÖTÜMSER

Giyinip süslenip buluşursunuz. Manzaraya en açık masaya yerleşirsiniz. İçkileriniz gelir ve otuz yıllık arkadaşlığın şerefine kadeh kaldırırsınız. Hayatın ferah ve mutlu anlarından biridir; insanda minnet hissi uyandıran hediyelik anlardan. İşte tam o sırada ‘’kronik kötümser’’ lafa girer: ‘’Otuz yıl ya!’’ der, bet sesiyle. ‘’Çok yaşlandık be… Of, genç değiliz artık. Yaşlıyız biz!’’

Çok haklısın tatlım. Hazır bu kadar yaşlanmışken, iyisi mi elimizdeki kadehleri masaya çarpıp cam kırıklarıyla bileklerimizi keselim. Bir daha da sakın mutlu hissedecek kadar aptallaşmayalım.

En mutlu anlarda bile karanlığı görür o. Çiçek tarlasında yürürken, yerdeki tek izmariti fark eder. Hava günlük güneşlikken fırtına bekler. Aksilikler cılız bir ihtimalken bile kıyamet kopacakmış gibi kahırlanır.

‘’Plajda kesin yer kalmamıştır şimdi…’’

‘’Uçağı yüzde yüz kaçırdık.’’

‘’Bence artık iyileşmez…’’

Bir ihtimal duygusal zekâsı yeterince gelişmemiştir; içinde bulunduğu ortamın ruh iklimini tartma becerisinden yoksundur.

Bu yüzden şikâyetleriyle, sızlanmalarıyla, dertlenmeleriyle nasıl da herkesin keyfini kaçırdığını fark etmez. Ya da zaten amacı budur: Keyif kaçırmak. Sabote etmek. Yalnızca kendini değil; çevresindekileri de mutsuzluğa ikna etmek.

Mutsuz olmayı marifet, mutluluğu budalalık sayar. Hiçbir şey söylemese bile karamsarlığı beden dilinden okunur. Genellikle postürü kötüdür. Kamburunu çıkarır, kollarını göğsünde kenetleyip kendini küçülterek oturur. Bir de çoğu zaman asık suratlı olduğundan, arkadaşlarından yaşlı gösterir.

the-meeting-with-autumn-painting_529_6998Hayat zor. Haberler kötü. Varoluş ıstıraplı. Yaşamın nice ürkütücü bilinmezliği içinde bildiğimiz tek mutlak şey var: Bir gün hepimiz öleceğiz. Her gün şarkılarla uyanıp, güle oynaya yaşamak mümkün değil yani. Dahası, hepimizin kötü günleri, kötü mevsimleri oluyor; olacak da. İrili ufaklı üzüntülerle, türlü korkularla, yeri doldurulmayacak kayıplarla yaşayıp gidiyoruz çünkü hayat böyle bir şey. Ve bu hayatta mutlu olmak, önemli ölçüde bir seçim. Aklını kullanarak, irade göstererek yaptığın bir seçim. Bir insan mutsuz olmaya karar verdiyse eğer, onu mutlu etmek ise neredeyse imkânsız.

Hayatın mutlu anlarını bizden çalanlarla fazla sıkı fıkı olmanın lüzumu yok; arada güvenli bir mesafe bırakalım derim. İşte bu yüzden, canım, iyisi mi sen az ötede içinden yaşlan; biz bu an’a kadeh kaldıracağız. Çünkü hayat, kimsenin keyfi mutsuzluklarıyla heba edilmeyecek kadar değerli.

BAŞÖĞRETMEN

Karşısındayken hiç durmadan sınandığınızı hissettiğiniz insanlar var mı? Kendini eşitiniz gibi değil de geçmeniz gereken bir sınav gibi gören birtakım arkadaşlar? Havadan sudan konuşurken bile söylediğiniz şeyde bir hata bulup, göstere göstere düzeltmeye yeltenenler? Hep bir ciddiyet, hep bir afra tafra, hep bir ağırlık hissi…

Hafiflemenize izin vermezler. En uçucu sohbet konusu bile göz açıp kapayana kadar yorucu bir fikir tartışması olup çıkar. Ve onunla hemfikir değilseniz, yanlışsınız demektir. Onun beğendiği kitaba bayılmadıysanız, vay halinize! Onun yerdiği filmi o kadar da kötü bulmadıysanız yine vay halinize! Her mevzunun fahri doktoru olduğundan, konu ister politika ister dondurma olsun, sizi kendi doğrularıyla hizaya sokmaya çalışır.

Onunla aynı fikirde değilsiniz ha? Bu ne cüret!

the-hall-of-ramon-casas-painting_558_7890İşin üzücü yanı, bu tip insanların çoğu zaman en zekiler arasından çıkması. Zeki ve ilginç bulmama rağmen, ruhum bezdiği için usul usul uzaklaştığım arkadaşlar var. Her fikir ayrılığını şahsına hakaret sayan insanın, bir yerden sonra zekâsı da ilginçliğini yitiriyor çünkü. ‘’En güzel benim’’ diye diye dolaşanın git gide daha az güzel görünmesi gibi, zekânın ve bilginin güç gösterisi de kabak tadı veriyor.

Psikoloji bilimi, her tür güç gösterisinin temel bir ihtiyaçtan kaynaklandığını söylüyor: Kendi güçsüzlüğünü örtme ihtiyacı.

En yargılayıcı olduğumuz anlar, kendimizi en zayıf hissettiğimiz anlar. Başkalarının hatalarına konsantre olup kusur avına çıkmak ise; dikkatini kendinden uzaklaştırıp, kendi meselelerini unutmak için kullanılan bir tür savunma mekanizması. Kişi, kendini duygusal veya entelektüel olarak tehdit altında gördüğünde; yargılayarak, etiketleyerek, küçümseyerek güç bulmaya çalışıyor.

Arkadaşlıklarda bazı davranış biçimlerine, ilk gençliğin harareti içinde daha kolay katlanabiliyoruz. Gençlikte çoğumuz ham, güvensiz ve fırtınalıyız çünkü.  Ama büyüdükçe, işler değişiyor; tahammül eşiğimiz düşüyor. Çocukken kilolarca yeşil erik yerdim; bana mısın demezdim. Yine seviyorum ama artık fazlası dişlerimi kamaştırıyor.

SİTEMKÂR VE ALINGAN

Bir kıyafetin bana yakışıp yakışmayacağını, çoğu zaman mağazada, askıdayken anlarım. Alıcı gözüyle bakıp kumaşını şöyle bir yoklamam yeterli. Bu beceriye ne zamandır sahibim; bilmiyorum. Zamanın hediyesi olmalı. Yaş almanın güzel yanlarından biri bu: Kendini her anlamda daha yakından tanımak. Belli bir zamandan sonra, bir elbisenin ya da bir insanın sana uygun olup olmadığını bilmek için uzun denemelere lüzum görmüyorsun. İnsanlar sürprizlerle dolu, karmaşık varlıklar tabii ama bazı kişilik özellikleri var ki yol yakınken yolları ayırmanın habercisi.

Mecbur kalmadığım sürece tahammül gösteremediğim iki davranış türü var: Israr ve sitem. Bana hiçbir anlam ifade etmeyen; bırakın beni bir şeylere ikna etmeyi, üzerimde muhtemelen amaçlanan etkinin tam tersini yaratan iki lüzumsuzluk.

Bir şeyi istediğinize veya istemediğinize karar vermişsinizdir; ısrarcı insan sizi aksine ikna etmek için uğraşır. ‘’Hayır’’dan anlamaz; zorlar da zorlar. Kabul ettirmek istediği her ne ise, güya hem sizin hem hepinizin iyiliği içindir ama asıl derdi, her şeyin kendi arzuladığı gibi olmasını sağlamaktır. Laftan anlamaz, uzlaşmaz, uzattıkça uzatır. Bu yüzden dozu şaşmış ısrar; tatlı dille, canımla cicimle, sözüm ona iyi niyetle de yapılsa, özünde saygısızlıktır. Karşısındakinin tercihlerine saygısızlık.

Israrcı arkadaşla baş etmek kolay değildir ve maalesef genellikle zaman ve enerji kaybıdır.

Çünkü sorun, onun ısrarlarını karşılıksız bıraktığınızda ortadan kalkmaz. Dayatmalarını reddettiğinizde, bu defa alınır.

‘’Ama sen beni yanlış anladın…’’

‘’Peki, öyle olsun…’’

‘’Ben çok kırıldım sana…’’

Onun istediği şeyi değil, kendi istediğiniz şeyi yapmayı tercih ettiğiniz için, borçlu çıkarsınız; iyi mi?

Alınır ve sitem eder. Israr ve alınganlığın bir akrabası da sitemdir çünkü.

Sitem: Bir insanı suçlamanın, ayıplamanın, azarlamanın pasif agresif hali. Bir başka deyişle: Iyy!

Yine sitem edecek diye aramaya elinizin varmadığı insanları düşünün. Bir araba dolusu sitem duyduğunuz için, her seferinde ağzınızda kötü bir tatla ayrıldığınız buluşmaları. Muğlak suçlamalardan sıtkınız sıyrıldığından, sevdiğiniz ama maalesef artık hoşlanmadığınız arkadaşları… Sitemkâr insanlar da tıpkı ısrarcılar gibi; her zaman, her şey kendi istedikleri gibi olsun diye diretenlerden çıkar. Şikâyet ve suçlamalarının sebebi de çoğu zaman budur: Ona, onun istediğini vermemiş olmanız.

Bir de gerçekten üzülüp kırıldığında sitem edenler var. Ne yalan söyleyeyim, sitemin bu türünde de anlam bulmakta zorlanıyorum. Kızdığını, incindiğini açık seçik ifade etmek varken; bulanık sulara gömülmek niye? Bulanık sulara güvenilmez çünkü. Bulanık sular yanıltır. Bir bakmışsın, doğrular yanlışlar birbirine karışmış ve bir arkadaşlık heba olmuş.

BECERİKLİ BAYAN MANİPÜLATİF

Hepimiz manipülasyon yeteneğine sahip olmak zorundayız çünkü sosyal varlıklarız. Sosyal hayatta var olabilmek için ilişkileri yönlendirme becerisine ihtiyacımız var. Gerektiğinde manevra yapmayı bilmezsek, ona buna toslamamız işten bile değil. Öte yandan manipülasyon becerisine sahip olmakla manipülatif olmak farklı şeyler. En azından psikologların söylediği bu.

Psikoloji, manipülatif kişiliği özetle şöyle tanımlıyor: ‘’Duygusal sömürü ve zihinsel çarpıtma yoluyla; karşısındakini hiçe sayarak; güç, kontrol ve çıkar sağlamayı amaçlayan kişi.’’

Aman da ne tatlı bir kişiymiş o! Canım arkadaşım!

before-a-date-painting_557_9258Korku filmi gibi; değil mi? İşin fena yanı, arkadaşlık maskesi altına saklanmış bu korku filminde kaybolup gitmek çok da olanak dışı değil. Çünkü manipülatif insanların bir niteliği de çoğu zaman cazip ve karizmatik görünmeleri. Özellikle de sizi avuçlarının içine alıncaya kadar…

Kendinizi zaman zaman hayatlarında bir figüran gibi hissettiğiniz arkadaşlarınız var mı? Her şey, her zaman onunla ilgilidir; hatta bazen tam tersiymiş gibi görünse de. Onunla kurduğunuz diyalogda, sıkça kendinizden şüpheye düştüğünüz, hatta kendinize yabancılaştığınız arkadaşlar? Sizi söylemediğiniz şeyi söylediğinize inandıran; aslında hiç de istemediğiniz şeyi istediğinize ikna eden; bir türlü önünüzü göremediğiniz sisli puslu arkadaşlıklar…

Manipülatif kişinin bir ajandası vardır ve sizin birincil göreviniz, o ajandanın adım adım hayata geçirilmesine hizmet etmektir.

Bunun dışında kayda değer bir anlam taşımazsınız. Söylediğiniz bir şeyi alır, onu ustalıkla öyle eğip büker ki suya gidip susuz gelirsiniz. Araz tespit etmekte çok marifetli olduğundan, en zayıf yanlarınızı sömürmeyi becerir. Hiçbir kusurunuz yokken ikide bir kendinizi suçlu ve noksan hissetmenizin sebebi budur. Sizi kullanır, zehirler ve neredeyse hiçbir zaman dürüst değildir.

Kendine bir parça saygısı olan insan için bir cehennem.

Öte yandan manipülatif insanları uzaktan seyretmek eğlenceli ve ilginç olabilir. Allah için ilginçler! Epey uzaklarında kalıp; tuzaklarının, girdaplarının, akıl oyunlarının içine düşmediğiniz sürece. Tıpkı bir korku filmini seyreder gibi…

ASİTLİ DOBRA

Yıllar önce, iş hayatında rastlaştık. Tanıdığım en şamatalı kadınlardan biriydi. Ufak tefek olmasına rağmen herkesten çok yer kaplayan; gürültücü, komik ve geveze. Eli kolu durmaz, sesi herkesten çok çıkar, gözleri hep fıldır fıldır. Çoğu zaman komik ve eğlenceli olduğundan bir sahne performansını izler gibi izlerdik onu. Herkese söyleyeceği bir lafı vardı ve dilinin kemiği yoktu. Bir başkasının ağzından duysak yadırgayacağımız şeyler, o söylediğinde doğal ve matrak geliyordu. Dobra hatundu o. Ağzına geleni söyleyen, içi dışı bir, açık sözlü ve cesur. Kendine böyle bir rol biçmiş ve çevresindekileri buna inandırmıştı. Ben de hem eğlencesinden hem dobralığından payıma düşeni alıyordum. Bir şikâyetim yoktu. Ta ki şu cümleyi fazlaca duymaya başlayana kadar: ‘’Sen de hiç şakadan anlamıyorsun!’’

Başta espri gibi görünen şeyler, zevksiz kabalıklara; eğlenceli küçük sataşmalar, kırıcı laf sokuşturmalara dönüşmüştü ve dozu artıyordu.

Karşısındakini ne kadar zorlayabileceğini görmek için yükseltiyordu dozu. Dobralık kisvesiyle sarf ettiği her tahripkâr cümleden sonra, yüzünde bir tatmin ifadesi peydahlanıyordu. Tepki gördüğünde ise cevabı hazırdı: ‘’Sen de hiç şakadan anlamıyorsun!’’

Arkadaşlıkta herkesin kendine göre kırmızıçizgileri vardır ve tahminim bu çizgilerden bir tanesi, çoğumuzun listesinde kendine yer bulur: Sana kendini kötü hissettiren insandan arkadaş olmaz. Dürüst ve açık sözlü olmak iyi bir şey, tabii ama açık sözlülük pozuyla azar azar ortalığa saçılan kötülüklere karşı gözümüzü dört açmalı. Kendini dürüstçe ifade edenle, küçük nefretlerine akacak mecra arayanları ayırt edecek kadar tecrübeliyiz artık. Kıskançlıklarını maskeleyip kendi güvensizliklerini saklamak için yaralarımızı kurcalayanları; hele ki bunu orijinallik ya da üstün bir vasıfmış gibi satmaya çalışanları uzatmadan kapı dışarı etmeli.

Ben de öyle yaptım. Hiç kimsenin asabi taşkınlıklarına ve tatsız şakalarına tahammül göstermek zorunda değilim çünkü. Huzurum ve iyiliğim, bunun için fazlasıyla değerli.

5+1

Kötü gün dostluğunun, bir meziyet olarak bir parça abartıldığını düşünüyorum. Arkadaşının zor gününde yanında olmak, sorunlarını çözmesi için yardım etmek, sıkıntısında ona yalnız olmadığını hissettirmek… Bunların hepsi çok kıymetli, elbette; asla küçümsüyor değilim. Öte yandan iyi gün dostu olmak da aynı ölçüde kıymetli. İyi gün dostluğu, hak ettiği itibarı görmüyor. Oysa arkadaşlığı sınayan durumlardan biri de mutluluğu paylaşma becerisi. ‘’Arkadaşım’’ dediğimiz insanın mutluluğu, iyiliği, başarısı karşısında ne hissettiğimiz; yalnızca o arkadaşlığın içeriğine değil, kendimize ve kendi mutluluk durumumuza ilişkin de çok şey anlatıyor.

‘’Arkadaşının mutluluğuna sevinemeyen arkadaş…’’ 5+1. madde bu.

Bu maddeyi +1 diye niteleyip yukarıda sıraladıklarımdan ayrı tutmamın sebebi, içinde çok temel bir zıtlık barındırması. Bu durum, tanım itibarıyla arkadaşlık kavramının özüne aykırı çünkü. Birtakım kişilik özellikleriyle açıklanamayacak kadar derin ve karanlık bir mesele. Ve çoğu zaman acı bir sürpriz ve hayal kırıklığı.

Hayatta en yakınları dâhil herkesi ve her şeyi kıskanan insanlar var. Bir başkasının başına gelen her güzel şeyi, kendine yapılmış bir haksızlık olarak gören ıstıraplı ruhlar… Onları zaten daha kolay tanırız. Peki ya hiç de öyle olmadığını sandıklarımız?

İyi haberlerin vardır. Mutlusundur. Mutluluğun sesinden, yüzünden okunur. Tatlı bir hevesle arkadaşınla paylaşırsın ama… Bir tuhaflık hissedersin.

Arkadaşının az önceki şen şakrak hali siliniverir. Yüzü bulutlanır. Tebessümü katılaşıp ağzında hapsolmuştur; gözlerine erişmez. O çok iyi tanıdığın bakışlara soğuk bir zar iner. Hatta belki telaşla konuyu değiştirmeye uğraşır. Ya da ifade ettiğin mutluluk her neyse, onu küçültüp azaltmanın yollarını arar; bazen anlaşılmaz imalarla, bazen yersiz kıyaslamalarla. O anda, seni sandığın kadar sevmediğini bilirsin.

İyi gün dostu olamayanların, kötü gün dostluğundaki performansları ise çoğu zaman ilgi çekecek kadar üstündür. Başına kötü bir şey gelecek olsa, hayatında bir keder meselesi uç verse mesela, ‘’N’oldu? Çok üzüldüm’’ diye defalarca arayacaktır. Aramıştır hatta. Sen kötüyken yakınındadır. Onu suskunlaştırıp uzaklaştıran, iyiliğin ve mutluluğun olur.

f4742c9f9134e383a63018e9bb2823c4Montaigne’in sevdiğim bir sözü var. Diyor ki ‘’Her insanda, insanlığın bütün halleri bulunur.’’ Bu yazıyı yazarken, ben nasıl bir arkadaşım, diye düşündüm. Ben nasıl bir arkadaş oldum? Öğrenciliği, iş hayatını, sonrasını hatırladım ve şunu fark ettim: Mükemmellikten çok uzağım. İncittiğim, hayal kırıklığına uğrattığım; yeterince sadık, saygılı, özenli, davranmadığım; ilgisine aynı ölçüde karşılık vermediğim arkadaşlarım olmuş.

Sonra hayatımda var olan ve hep olmasını istediğim arkadaşlarımı düşündüm. Benzer şeyleri onlarda da gördüm. Onlar da her zaman mükemmel davranmamışlar. İnişli çıkışlı, güneşli rüzgârlı günlerden geçmişiz. Yalnızca arkadaşlıklardan değil; galiba hiçbir tür ilişkiden her daim mutluluk ve konfor beklememeli. Ama beklememiz gereken önemli bir şey var: Birbirimizin iyiliğini istediğimizden emin olmak, buna güvenmek. Ve hayat denen bu gelip geçici macerada, zamanın enginliğinde rastlaşmış ve bundan çok hoşlanmış olmanın mutluluğunu paylaşmak.

Tüm resimler, Rus ressam Vladimir Volegov’a ait.