Son Nefes Havaya Karışmadan

Suzi Krespin’in hatırası için,

 

Solak değildir ama yemeğini sol eliyle yer. Sol eliyle yazmaya, gömleğinin düğmelerini sol eliyle açıp kapamaya, sol elini eğitmeye çalışır. Hocasının tavsiyesidir bu. Bir beyin cerrahı, iki elini de ustalıkla kullanabilmelidir çünkü. Nörolojik cerrahide, zaferin iki milim ötesi, trajedidir. Bu yüzden cerrah, ameliyat aletlerine, parmaklarının doğal birer uzantısıymış gibi hâkim olmalı; iki eline de aynı maharetle söz geçirebilmelidir.

Onu tanıdığımızda, nöroloji ihtisasını tamamlamak üzere olan, 35 yaşında bir cerrahtır Paul. Hindistan’dan göç etmiş bir anne babanın üç oğlundan biridir. Babası kardiyoloji uzmanıdır. Annesi, Hindistan’da tıp eğitimi almış olmasına rağmen doktorluk yapmayı tercih etmemiş; hayatını, oğullarına ve onların eğitimine adamıştır.

Paul’ün çocukluğu Arizona’da, pek az şeyin olup bittiği uykulu bir kasabada geçer. Edebiyatla tanışıp kitaplara sevdalandığında henüz delikanlı bile değildir. Yıllar sonra; Dostoyevski, Camus, Sartre, Twain okumaya başladığı o günleri, ‘’hayatta anlam aramaya başladığı ilk günler’’ olarak hatırlar. Edebiyat… Hayata dair her tecrübeyi derinleştiren, zenginleştiren, insan olmanın sırlarını kurcalayan edebiyat; Paul’ün kendi varoluşuyla kurduğu ilişkinin köprüsüdür.

Stanford Üniversitesi’nde hem İngiliz Edebiyatı hem Biyoloji okur. Aynı üniversitede edebiyat üzerine yüksek lisans yapar. Dili ve sözcükleri, insanlar arasında var olan neredeyse doğaüstü bir güç olarak görür Paul. Öte yandan bu gücü yaratan, santim kalınlığındaki kafatasımızın içindeki o harika organdır. Her şey, kendi fizyolojik koşullarına bağlı bir bedende varlık bulur. Sözcükler de hayat da beynimiz sayesinde anlam kazanır. Ve o beyin bazen kırılıp bozulur… Paul’ü edebiyatın sularından, nörobilimin kıyılarına çeken de anlam bulma yetisine vakıf beyni tanıma arzusu olur.

Tıp fakültesine hazırlanmak için belli bir süreye ihtiyacı vardır. O süreyi İngiltere’de, Cambridge Üniversitesi’nde, Bilim ve Tıp Felsefesi üzerine yüksek lisans yaparak değerlendirir. Paul böyledir çünkü; edebiyat, biyoloji, felsefe… ABD’ye dönüp Yale Tıp Fakültesi’ne başladığında çoktan ‘’polimat’’ sıfatını hak etmiştir.

‘’Çoğumuz dünyaya doktorların refakatinde gelip, yine doktorların refakatinde ayrılıyoruz’’ der Paul. ‘’Hayatın, anlam ve ölümle kesiştiği her soru; çoğu zaman tıbbi bir bağlamda ortaya çıkar çünkü önünde sonunda, fizik kurallarına tabi organizmalarız biz…’’ Tıp fakültesi, hayat ve ölüm arasında anlam kurmasına ışık tutar.

‘’Sessiz sakin, saygılı tıp öğrencisinin, bir parça hissiz ve bir parça kibirli doktora dönüştüğü eşik, kadavra kestiği ilk tecrübedir’’ der. Doktorlar insan bedenini dip köşe işgal ederler. İnsanları en kırılgan, en korkmuş, en mahrem halleriyle tanırlar.

Paul, adım adım doktor olmayı öğrenirken, insan hayatının sonsuz gizemine nüfuz ettiğini hisseder.

Doktorların tümü, hastalıkları tedavi etmek için uğraşırken, nöroloji cerrahları, bunun yanı sıra kimliğin çekirdeğiyle uğraşırlar. Beyin, kimliğimizdir çünkü. Beyin üzerinde yapılan her operasyon, bir yanıyla özümüze yapılmış bir müdahaledir. Paul, bu yüzden nörolojik cerrahiyi seçer. Öncelikle insan olmanın anlamını kavramak, biraz da ölümü kovalamak için. Yale’dan mezun olduktan sonra eski okulu Stanford’a döner. Dört yıl boyunca çelik gibi bir disiplin ve saf bir adanmışlıkla çalışır. Gen terapisi üzerine yaptığı çalışma ile Amerikan Akademisi Nörolojik Cerrahi’nin araştırma dalında sunduğu en büyük ödülün sahibi olur. Henüz ihtisasını tamamlamamışken…

Ve bu ödülden kısa süre sonra, 35 yaşındayken onu tanıdığımızda, bir akciğer tomografisini incelerken düşündüklerini okuruz. Gözlerinin önünde, şüpheye yer bırakmayan açık seçik bir tablo mevcuttur. Bir tümör sağanağı. IV evre akciğer kanseri. Tomografi, Paul’ün kendi ciğerlerine aittir.

Ölmeyi Öğrenmek

Paul Kalanithi’nin, hayatının son aylarında kaleme aldığı kitap When Breath Becomes Air, kendi hastalığına baktığı o anla açılır. Kendisi için hayal ettiği her şeyin kırılıp ufalandığı o dehşetli anla…

Paul’ün kitabını okurken, zaman zaman hikâyesinin nasıl sonlandığını unutup, onun için mutlu bir gelecek hayal ederken buldum kendimi. Öleceğine inanmadım. Paul gibi birinin ölümünde anlam bulmak o kadar zor ki… Sağlıklı ve mutlu yaşamış, hayatında hiç sigara içmemiş genç bir insanın akciğer kanserine yakalanmasında anlam bulmak mümkün mü?

paul 1Paul’ün kitabı yalnızca kendisi ile kurduğu hasta – doktor ilişkisine değil; tıp fakültesinde tanışıp âşık olduğu Lucy ile olan ilişkisine de dair. Sorunlu bir evliliğin, ölümcül bir hastalığın varlığıyla nasıl dönüştüğünün; solmaya yüz tutmuş bir aşkı, hastalığın karanlığında yeniden bulmanın öyküsü. En kederli anların ortasındayken bile mutluluğu bulmanın mümkün olduğunu gösterir Paul. Bunu yiğit savaşçı ruhuyla değil; tüm insaniliğiyle, hassasiyetlerini, korkularını, gözyaşlarını saklamadan yapar. Varoluşunu, evrenin sonsuzluğundaki vasat bir tesadüfe borçlu olduğu düşüncesini reddeder. Bu dünyadaki zamanının sandığından çok daha sınırlı olduğunun bilincindedir ama ne kadarla sınırlı olduğunu bilmez; hiçbirimizin bilmediği gibi. Hayata veda etmenin ıstırabında bile, umut ve anlam bulma uğraşından vazgeçmez.

İlk tedavi sürecinden sonra kanser inzivaya çekildiğinde, Paul ve Lucy çocuk sahibi olmaya karar verirler. Karar arifesindeyken sorar Lucy: ‘’Çocuğuna veda etmek, ölümü daha da zor kılmayacak mı?’’

‘’Olsun’’ der Paul, ‘’Esas buna değmez mi?’’

Kızını ilk kez kollarına aldığı an’ı ‘geçmişle geleceğin kucaklaşması’ diye tanımlar.

Kızı, karısı, anne babası, kardeşleri, arkadaşları; hepsi de Paul’ün sahip olmadığı bir geleceğe aittir… Çocuğunu tanıma fırsatı bulduğu her gün, hayatında daha önce tecrübe etmediği yeni bir mutlulukla doludur. Bir yandan da itiraf eder: ‘’Keşke daha yavaş büyüse…’’ Paul’ü en çok zamanın hızı korkutur.

Cady dünyaya geldikten yalnızca yedi ay sonra, onu kucağına aldığı odanın on metre ötesinde, yıllarca doktor olarak çalıştığı hastanenin bir başka odasında, hayata veda eder Paul. Teşhisten iki yıl sonra.

son nefesWhen Breath Becomes Air; şair ruhlu bir bilim adamının, önünde açılan dipsiz karanlığa bakarken gördüklerinin hikâyesi. Kitap boyunca, zamanla yarışan bir insanın cümlelerini okuyup, onunla birlikte çok erken bitecek bir ömrün yasını tutarken; hayatın bir gayretten ibaret olduğunu hatırlarız. Yaşarken de ölürken de…

‘’Neticede, her birimiz hakikatin yalnızca bir parçasını görürüz’’ der Paul. ‘’Doktor bir parçasını görür, hasta başka bir parçasını. Anne, çocuk, öğrenci, öğretmen, mühendis, dilenci… İnsan bilgisi, tek bir insana sığmayan bir bilgi. Dünyayla ve birbirimizle kurduğumuz ilişkiyle zenginleşen; öte yandan hiçbir zaman bütünlüğe ulaşmayan, sonsuz bir bilgi.’’

Onu mecalsiz bırakan acılara rağmen, nasıl bu kadar berrak düşünebilmiş; düşündüklerini nasıl bir ruh inceliği ile şiir güzelliğinde cümlelerle ifade edebilmiş Paul…

Zamansız bir ölümün kıyısında yazılmış bir kitap bu. Oysa uzun bir ömrün süzgecinden geçmiş gibi bilgelik dolu. İnsana, hayatı ve en derin korkuları üzerine düşünmek için yeni bir cesaret aşılayacak kadar güçlü; unutulmayacak bir kitap. Öte yandan tüm gücüne, güzelliğine, her şeye rağmen yarım ve kederli.

İlk gençlikte kaybettiğin eski bir arkadaşın, gönlünde hiç eskimeyen hatırası gibi…

 

 

One Comment

Comments are closed.