Dilimin Ucunda

 

Saçınızı kestirdikten sonra derin bir pişmanlık duyduğunuz oldu mu? Benim defalarca oldu. Hatta yirmili yaşlarımdayken bir keresinde kuaförden eve ağlayarak geldiğimi hatırlıyorum. Zamanda geriye gidip saçımın eski haline kavuşmak için yakıcı bir istek duymuştum. Çok daha konforlu olduğundan bütün öfkemi kuaföre yöneltmiş; hem başkasını sorumlu tutmanın hem kendime acımanın kolaycılığı içinde doya doya kederlenmiştim. Hissettiğim yanılgı ve pişmanlığı, içinde bulunduğum duruma açıklık getiren tek bir sözcükle tanımlayabilseydim, duygularım hafifler miydi? Emin değilim. Ama insanın kendini yalpalamadan, ıskalamadan, mümkün olan en net sözcükle ifade edebilmesinin, her koşulda fazladan bir rahatlama hissettireceğine güvenim tam. Ne var ki o gün, o sözcüğü bulamadım çünkü Japon değilim. Age-otori: Aradığım sözcük buydu. Japoncada tam tamına ‘’yeni saç kesiminden sonra duyulan ağır pişmanlık ve üzüntü’’ anlamına geliyor. Evet, gerçekten de böyle bir sözcük var Japoncada!

Dünyanın uzak dilleri, başka dillerde tam karşılığı bulunmayan; buna rağmen dünyanın hemen her köşesinden insanın duygularına tercüman olabilecek kuvvete sahip, egzotik sözcüklerle dolu. Bir logofil olduğumdan her güzel sözcüğe zaafım var. Bir durumu, bir duyguyu doğru sözcüklerle, hakkını vererek tanımladığım zaman, hem zihnimde hem gönlümde bir düzen hissine kavuşurum. Bulutlar dağılır. Güneş parlar. Hayat berraklaşır. Çoğunluğun topu topu iki yüz kelime ile konuşup yüz kelime ile yazabildiği bir ülkede, belki de çok şeyin çaresi sözcüklerde.

Ve kim bilir, belki de hayatın anlamını bulmak için yapmamız gereken basit: Daha fazla sözlük karıştırmak!

İşte Japoncadan Rusçaya; Almancadan Mandarine, İbraniceye, Hollandacaya ‘’bildiğimizi bilmediğimiz’’ harika sözcükler…

Forelsket (Norveççe): Âşık olduğunu hissetmekten daha güzeli ne olabilir? Âşık olmaya başladığını hissetmek! Birinden çok hoşlandığını, bir başka hoşlandığını fark ettiğin anla, ona âşık olduğunu kabullendiğin an arasındaki kıvılcımlı, coşkulu, istekli; yenilik ve mutluluk hisleriyle dolu zaman dilimi. Öğrencilikte yaşanan hafta sonu mutluluğunun, Cuma akşamüzeri hissedilen halini hatırlatıyor bana. Hafta sonu nasıl geçecek, seni mutlu edecek mi? Henüz bilmiyorsun. Ama bildiğin bir şey var: O da mutluluğun vaadi. Norveççede forelsket, ‘’âşık olmadan hemen önce hissedilen mutlu coşku’’ anlamına geliyor. Onu görmekten ayrı bir zevk duyar oldun. İsmini onun sesinden işittiğinde nabzın hızlanıyor. Sana biraz uzunca baksa yanakların kızarıyor. Yormayan, korkutmayan, henüz incitmeyen bir heyecan bu. Aşk gibi ama aşktan daha zevkli

mangataMangata ve Gökotta (İsveççe): Bir kültürü tanımak istiyorsak, o kültürde kullanılan sözcüklere bakmalıymışız. İsveççeye özgü doğa sözcükleri, İsveç kültürünün doğaseverliğinin ispatı. Mangata mesela, çoğumuzun bildiği, gördüğü hatta görmekten zevk duyduğu sade bir manzarayı tanımlıyor: Ayın, suyun üzerinde çizdiği ışık yolunu. Hiç de yabancı bir tablo değil; hele ki şimdi, yaz gecelerinde… Öte yandan bir şeye isim vermek için, onu isim vermeye layık bulacak kadar tanımak ve önemsemek gerekli. Kültür unsuru da işte burada devreye giriyor çünkü kültür dediğimiz şey, bir yanıyla dünyayı görüş biçimimiz. Ne kadar görürsek, o kadar dillendiriyoruz.

Bir başka İsveççe sözcük gökotta, epey daha otantik. Öyle ki bir sözcük değil de kısa hikâye gibi: ‘’Kuşların ilk şarkısını dinlemek için gün doğumunda uyanmak’’; gökotta‘nın anlamı bu. Beton yığınlarının arasında yaşayıp da böyle bir sözcüğün mucidi olmak mümkün mü? Ormanlar, göller, çilek tarlaları arasında geçerse ömür, mümkün. Hiçbir şey olmasa, sabah kuş seslerine uyandığın bir yerde yaşarsan mümkün

Toska (Rusça): ‘’En derin ve kederli anlamıyla, çoğu zaman sebepsiz yere duyulan spiritüel ıstıraptır, toska. Daha az nahoş haliyle, bir ruh ağrısı; bir hasret ama neye olduğunu bilmediğin bir hasret… Muğlak bir endişe. Zihinsel bir sancı. Mecalsiz bırakan bir özlem…’’ Ne güzel anlatmış; değil mi? Çünkü anlatan Nabokov.

Toska, tercüme edilemeyen sözcüklerin yıldızı. Dilbilimcilerin dünyasında özel bir şöhrete sahip. Daha da önemlisi; duyguların her rengi, her tonuyla tasvir edildiği Rus kültürünün ve Batılıların aksine, duygusal acılarını ifade etmekten çekinmeyen Rus ruhunun anahtar kavramlarından biri. Can sıkıntısı, melankoli, elem, kasvet, nostalji, hasret… Hem hepsi hem hiçbiri. Çoğumuz, kendi karanlığımızda bir yerde taşımıyor muyuz bu hissi? Her şey yolundayken bile içimizi yoklayan bir hüzün, tanımadığımız bir yüzün özlemi, zihnimizin ufkunda belirip eriyen bir hayalin gölgesi… Nabokov’un üzerine sayfalar yazdığı bir sözcük toska. Sırf bunun için bile öğrenmeye değer.

Uitwaaien (Hollandaca): Hollanda’ya yerleşme kararımız kesinleştiğinden beri Hollanda kültürünün kodlarını öğrenmeye gayret ediyorum. Sokaklarda, kafelerde, tren garlarında kulağıma çalınan kimi sözcükler, şimdiden tanıdık bir tınıya bürünmeye başladı bile. Mesela bir gezellig var; sıcak, yakın, samimi, eğlenceli demek. Tüm bu kavramların bir bileşkesi. Güneşli Hollandalı ruhunun en sevdiği sözcüklerden. Bir başka sözcük, Hollanda’da iki gün bile geçirecek olsanız defalarca işiteceğiniz lekker. Leziz anlamına geliyor ama kullanımı, yemekle sınırlı değil. İyi bir uyku da lekker olabilir, yakışıklı bir erkek de. Hepsi bir yana bir başka Hollandaca sözcük var ki benim için en güzeli. Seneler önce Elizabeth Gilbert’ın Amsterdam’da geçen romanı The Signature of All Things’de çıkmıştı karşıma ve elbette unutmadım.

Rüzgârlı bir kumsalda yürüdüğünüzü hayal edin. Ya da uçsuz bucaksız çayırların deniz gibi dalgalandığı püfür püfür bir düzlükte. Ya da belki sonbaharda, eski bir Avrupa şehrinde; üzerinde kuru yaprakların uçuştuğu, köprülerle süslü bir kanal kıyısında… Yürürken saçlarınız, etekleriniz dalgalanıyor. Hava yer değiştirip kıpırdandıkça, içinizin de havalandığını duyuyorsunuz. Rüzgârın arındıran, paklayan, hafifleten zevkini… ’’Zevk için rüzgâra karşı yürümek’’: Uitwaaien‘in tanımı işte bu! Tek kelimelik bir şiir sanki… Açık havayı ve hareket etmeyi çok seven insanlar, Hollandalılar. Yalnızca bisikletleriyle değil; yürüyerek, koşarak da bitmeyen bir enerjiyle geziyorlar. Ruhu dinlendirmenin yolu, bedeni hareket ettirmekten geçiyor. Tek başına çıkılan uzun yürüyüşler ise zihni temizleyip arındırıyor. Demek ki bol bol yürümeli. Arınmak için. Zevk için. Ve mümkünse rüzgâra karşı…

komorebiKomorebi (Japonca): Herkes şiir yazamaz; doğru. Ama zaman zaman da olsa şair gibi hissetmemize engel değil bu. Bir güzelliğe tanık olur, büyüleniriz. Duyularımız uyanır, zihnimiz keskinleşir. O güzelliği öyle tam ve derinden kavrarız ki gözümüzü kapadığımızda bile görmeye devam ederiz. Ah, bir de adı olsa! Sofistike sözcükler konusunda hazine kabul edilen Japoncanın şiirli buluşlarından biri komorebi. Anlamı, ‘’yaprakların arasından süzülen gün ışığı’’. Gözünüzün önüne geldi; değil mi?

Yu-yi (Mandarin) Eski Çin’de Han hükümdarlarını, yeşim taşlarından örülmüş değerli zırhların içinde gömerlermiş. İki sebepten ötürü: Birincisi, yeşimin yumuşak dokuların çürümesini engelleme özelliği. İkincisi ise –Çinlilerin inanışına göre- kötü ruhları uzak tutabilme gücü. Çinçenin Mandarin lehçesinde yer bulan yu-yi ’nin tam karşılığı, ‘’yeşimden zırh’’. Etimolojik kökeni, hükümdarları ölümden sonra sarıp sarmalayan bir tören kıyafetine dayansa da mecazi anlamı, ruhun derin kuytularına uzanmakta. En yalın tanımıyla ‘’çocukluğa, çocuk olmaya duyulan hasret’’ yu-yi. Hatıralardan, beklentilerden hatta sözcüklerden öncesine duyulan hasret. Bir tecrübeyi ilk kez yaşıyormuş gibi körpe gözlerle, yepyeni bir merakla görüp kavrama arzusu. Neden mi? Çünkü hiçbir şey ilkler kadar güçlü ve hakiki değil. Dünyaya hükmetmiş olanlar için bile…

Torschlusspanik (Almanca): Upuzun, bileşik sözcükleriyle bilinir Almanca. İki, üç, hatta dört sözcüğün işbirliği yaptığı, sözcük irisi sözcüklerle… Kimi zaman kendileri bile abartmışız diye düşünüyor olmalılar ki Almanya’da bir yerel meclis, el insaf diyerek bu sözcüklerden bir tanesinin resmi belgelerde kullanımını yasaklamış. Yasaklı sözcüğün tam teşekküllü Türkçe tercümesi şu: ‘’Et ürünlerini etiketlemeyi denetleme temsilciliği kanunu’’. Kimsenin başını ağrıtmak istemediğimden sözcüğü buraya yazmıyorum ama tek tek saydım; altmış üç harften oluşuyor.

Torschlusspanik de benzer bileşik sözcüklerden birisi ve tam karşılığı ‘’kapalı kapı paniği’’. Havaalanındasınız. Çok geç kaldınız. Bir yandan kan ter içinde uçuş kapısına koşuyorsunuz, bir yandan ‘’N’olur kapı kapanmamış olsun!’’ diye içinizden çırpınıyorsunuz. Yetişemeyeceğinize ve siz vardığınızda kapının kapanmış olabileceğine dair duyduğunuz panik var ya; Almanlar işte o şiddetli hissi, hayatın türlü alanlarına dehşet salan bildik bir korkuyu tanımlamak üzere metafor olarak kullanıyorlar. Hayatta bir şeylere çoktan geç kalmış olmak. Son fırsata yetişemeyecek olmaktan korkmak. Bir orta yaş krizi belki. Belki ölüm korkusu. Hayatın kapıları kapanmadan yakalamak istenen son bir şansın eşiği. Biraz umut, çokça korku ve belki bir parça da pişmanlık hissiyle yüklü bir sözcük torschlusspanik. Sert tınısına ve Alman ciddiyetine rağmen hüzünlü bir sözcük.

Firgun (İbranice): Almancanın bileşik sözcüklerinden bahsetmişken, en ünlüsünü atlamak olmaz: schadenfreude. Hasar, zarar anlamına gelen schaden ile zevk anlamına gelen freude’nin bileşimi. Tercümesi, ‘’başkasının başına gelen talihsizlik karşısında duyulan zevk’’. Takdir edersiniz ki pek de dost canlısı bir sözcük değil.

İbranice’de, schandenfreude’nin tam zıt anlamlısı bir sözcük mevcut: firgun. Bir tanıdığınız ödül aldı ve onun için öyle yürekten sevindiniz ki onu tanıyor olmaktan hakiki bir gurur duyuyorsunuz. İş arkadaşınız harika bir fikir önerdi; fikrini öyle derin ve gerçek hislerle beğendiniz ki onu herkese anlatmak, herkese övmek isteğiyle dolusunuz. Firgun bu işte: Bir başkasının iyiliği, talihi, başarısı için duyulan samimi mutluluk ve gurur hissi.

İsrail’de Made In Jerusalem adında kamu yararına çalışan bir teknoloji şirketi bulunuyor. Şirket, 2014’te, 17 Temmuz’u ‘’Uluslararası Firgun Günü’’ ilan etti. Artık her 17 Temmuz’da, insanlar sosyal medya hesaplarında, başkalarının başarıları hakkında yazacak, iltifatlar sıralayacak, başkalarının iyiliği ve mutluluğu için duydukları güzel hisleri paylaşacaklar.

Hayatımıza hangi his daha hâkim; schadenfreude mi, firgun mu? Bence bu sorunun yanıtı kendimize ilişkin önemli ipuçlarına sahip. Sözcüklerin gücü ve güzelliği bu. Bir avuç harfe, dünyaları sığdırmaları.

En üstteki fotoğrafı, bir kış sabahı Bebek Parkı’nda çektim. Bebek Camii’nin yanı başında yükselen ağaçlardan biriydi. Başımı kaldırdım ve ağacın çıplak dallarına yapraklar gibi dizilmiş kuşları gördüm. Manzaranın öyle şiirsel bir güzelliği vardı ki doya doya seyretmek ve fotoğraflamak yetmedi; bir ismi olsun istedim ve Instagram’da ‘’kuş yaprakları’’ diye paylaştım. Dünyanın uzak bir köşesinde, başka bir dilde ‘’kuş yaprakları’’ anlamına gelen tek bir sözcük var mıdır? Bilmiyorum ama sözcüklere güvenim tam. Bu yüzden içimden bir ses, olduğunu söylüyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

One Comment

  1. Berna Arıcan Giustino

    Evet, dil toplumun aynasıdır. Çok güzel bir deneme olmuş. Bizim dilimiz de dünyanın en şiirsel dillerinden biridir. Kimileri, Arapça ve Farsçadan çok sözcük alınmSını bir eksiklik gibi göstermeye çalışırlar. Oysa dünyada saf bir dil yoktur. Her dil bir bileşimdir ve özümsemedir. Başka dillerde de böyle iki farklı sözcük var mı bilmiyorum ama Türkçedeki “yetim” ve “öksüz” benim içimi acıtır çünkü duygu yüklüdürler: “Yetmek” eyleminden türeyen, “babası olmadan, kendi kendine yetişen” anlamındaki “yetim” ve “ög”ü (anne) olmayan” anlamındaki “öksüz”.

Comments are closed.