‘’Dünyanın en güzel cümlesi nedir; bilmek ister misiniz?’’ diye soruyor, yazar Gore Vidal. ‘’Dünyanın en güzel cümlesi şudur: Ben demiştim!’’
Haklı çıkmak ve haklı çıkmanın yarattığı tatmin duygusu. Anlam duygusu. Haklı çıkmanın mutlu sarhoşluğu…
Birçoğumuz hayatı, her konuda haklı olduğumuzu düşünerek yaşarız. Oysa dünyanın bilinmezlerle dolu, pek karmaşık bir yer olduğunun farkındayızdır. İnsan aklının sınırlı, duyuların aldatıcı, hafızanın oyunbaz olduğunu biliriz. Yine de çoğu zaman kendi doğrularımıza güvenimiz tamdır. Herkesin yanılabileceğine ihtimal verirken, kendi hatalarımız bizde şaşkınlık yaratır. Yanılmış olduğumuza hayret eder, sonra da unuturuz çünkü insan en kolay kendi hatalarını unutur. Peki ya hayat unutmamıza izin vermezse? O zaman da yanılgımızı hafifletmenin yollarını ararız. Kimi zaman inkâr olur bu; kimi zaman bin dereden mazeretler, bazen de yalanlar…
Yanıldığını kabul etmek acı verir çünkü her yanılgı, kimliğimize bir darbedir.
Bir doğruyu kaybetmek, kendinden bir parça kaybetmektir ve yanıldığımız konu, kimliğimizi ne ölçüde tanımlıyorsa, darbenin etkisi o derece sarsıcı olur. Bazen koskoca bir hayatı, koskoca bir yalandan ibaret kılacak kadar.
Japon asker Hiro Onoda’nın büyük yanılgısı gibi… Onoda’nınki tarihe geçmiş, meşhur bir hikâye. Bir yanıyla ironik bir kahramanlık hikâyesi; bir yanıyla bir anlam arayışı macerası. Onun yanılgısı, inanmaya ve yanılmaya dair çok şey anlatıyor. Derin ve uç boyutlarda da olsa bir insanlık hikâyesi.
Yanlış Kahramanlar
26 Aralık 1944. Japon İmparatorluğu Ordusu subayı Hiro Onoda, ABD güçlerine karşı savaşmak üzere Filipinler’in Lubang Adası’na gönderilir. Görevi, Amerikalı askerlerin ilerleyişini durdurmak, savaşmak ve hiçbir koşulda teslim olmamaktır. Bir tür intihar misyonudur bu. Bunu hem Onoda bilir hem komutanı.
Yalnızca üç ay sonra, Amerikalılar Lubang’a ulaşır ve adayı ele geçirirler. Birkaç gün içinde, adada bulunan Japon askerlerinin çoğu öldürülür; hayatta kalanlar teslim olur. Cangılda saklanmayı başaran Onoda ve üç arkadaşı hariç… Bu dört asker, düşmana karşı bir gerilla savaşı başlatırlar. Malzeme tedarik hatlarına saldırarak, kimi zaman Amerikalı askerleri kimi zaman yerel halkı hedef alarak…
Altı ay sonra ABD, Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombaları atar. Japonya teslim olur ve dünya tarihinin en kanlı savaşı sona erer. Ne var ki binlerce Japon askeri, Pasifik’teki adalara dağılmış haldedir ve birçoğu, tıpkı Onoda ve arkadaşları gibi, saklanmaya devam eder. Bir kısmı açlıktan ve hastalıklardan ölür. Geriye kalanlar ise savaşmayı ve hayatta kalabilmek için yağmalamayı sürdürürler.
Amerikan ordusu, Japon hükümetinin de desteğiyle, adalara uçaklardan duyurular atar. Savaşın bittiğini ve artık herkesin evine dönmesi gerektiğini ilan eden binlerce duyuru… Onoda ve arkadaşları da bu duyuruları bulur ve okurlar ama çoğu askerin aksine, okuduklarına inanmazlar. Onlara göre, ABD’nin gerillalara kurduğu bir tuzaktır bu. Düşman propagandası. Savaşmaya devam ederler.
Aradan beş yıl geçer. Amerikan güçleri adadan çoktan ayrılmıştır ama Lubang halkı için hayat, normale dönememiştir. Onoda ve arkadaşları çiftçilere ateş açmaya, ekinleri yakıp hayvanlarını çalmaya ve ormanın fazlaca derinlerine giren sivilleri öldürmeye devam ederler. Filipinler hükümeti yeniden duyurular dağıtır ama yine işe yaramaz.
1952’te, savaşın sona ermesinden yedi yıl sonra, bu kez Japon devleti tekrar bir girişimde bulunur. İmparatorun şahsi bir mektubuyla birlikte, askerlerin ailelerinden mektup ve fotoğraflar atılır uçaklardan. Onoda yine ikna olmaz. Bu girişimin de bir tuzak olduğuna hükmeder ve hayalindeki savaşa devam eder.
Ormanda Tek Başına
Aradan yedi yıl daha geçer. Ada halkının sabrı taşmıştır. Nihayet silahlanıp Japon askerlerine karşı mücadeleye girişirler. Onoda’nın yoldaşlarından biri öldürülür; bir başkası teslim olur. Onoda, geriye kalan tek arkadaşıyla birlikte on dört yıl daha savaşmaya devam eder. On dört yıl sonra, arkadaşı Kozuka, pirinç tarlalarını kundaklamaya çalışırken adanın polis kuvvetleri tarafından öldürülür. İkinci Dünya Savaşı sona ereli tam yirmi sekiz yıl olmuştur. Onoda, cangılda artık tek başınadır.
Kozuka’nın ölüm haberi, Japonya’da dehşetle karşılanır. Dehşet uyandıran, öldürülmüş olması değil; o güne dek hayatta kalabilmiş olmasıdır. Bir askerin, çeyrek asırdan fazla bir süre, olmayan bir savaşı devam ettirmesi, Japon halkında hem olağanüstü bir şaşkınlık hem de hayranlık yaratır.

Kozuka başardıysa, Onoda da halen hayatta olabilir mi? Nicedir unutulmuş olan Hiro Onoda, bir hayalet kahraman olarak Japonya’nın hafızasına geri döner. İşte tam bu dönemde, Norio Suzuki isminde genç bir adam Onoda’yı bulmayı aklına koyar. Suzuki bir maceraperesttir. Okulu bırakmış, Asya’dan Afrika’ya kadar otostopla dolaşmış bir özgür ruh. Onoda’yı bulma kararıyla kalkar Lubang’a gider. Ormanı adım adım gezmeye ve Onoda’nın ismini haykırmaya başlar. Onoda’nın dikkatini çekmek için bir şeyi daha akıl etmiştir. Askere, İmparator’dan bir mesaj getirdiğini söyleyecektir. ‘’Onoda!’’ diye bağırır; ‘’Onoda, İmparator seni çağırıyor!’’
Gülünç ve nafile bir girişim gibi görünse de Suzuki’nin şansı yaver gider ve yalnızca dört gün sonra, senelerdir kimselerin bulamadığı Onoda’yı bulmayı başarır. Bulmakla kalmaz, geri dönmesi için onu ikna eder.
‘’Bunca zaman neden dönmedin?’’ diye sorar Suzuki. ‘’Neden kalıp savaştın?’’
Onoda tereddüt etmeden cevap verir: ‘’Çünkü bana bu emredildi.’’
Otuz yıl boyunca bir emri yerine getirmiştir. Her geçen yıl, içinde katılaşıp şiddetlenen, artık inanca dönüşmüş bir emri.
Geçmişten Bir Hayalet
Gazeteci Kathryn Schulz, psikolojiden felsefeye, krimonolojiden kültürel farklılıklara yanılgı kavramını türlü yönleriyle ele aldığı Being Wrong isimli kitabında, ‘’Yanılmak, duygusal bir meseledir’’ diyor. ‘’Çünkü yanılmak için önce inanmış olmak gerekir. İnanç ise bizi biz yapan nice şeyle iç içedir. Bu yüzden yanılgıya karşı gösterdiğimiz direnç, o yanılgının yaratacağı hislere karşı gösterdiğimiz dirençtir.’’ Kişinin, çok inandığı bir tartışmayı kaybetmeye başladığında, kendini sorgulamak yerine düşüncelerini daha ısrarcı bir tutumla savunması da aynı ruh halinin eseri.
Hiro Onoda, ilk kez yirmi iki yaşında, toy bir askerken adım attığı Lubang Adası’ndan 52 yaşında bir adam olarak ayrılır. Ayrılmadan önce düzenlenen resmi törende, Filipinler Başkanı’nın önünde eğilir, kılıcını sunar ve gözyaşları içinde af diler. Başkalarının önünde, ilk ve son ağlayışıdır bu.
Japonya’da elleri bayraklı, coşkun kalabalıklar karşılar onu. Artık ülkenin en şanlı insanlarından birisidir. Savaşın ağır yenilgisini sırtlanmış Japon halkı için son bir avuntu. Geçmişten gelen bir kahraman. Politikacılar elini sıkmak için sıraya girerler. Gazeteler, televizyonlar peşini bırakmaz. Servet karşılığında kitap teklifleri alır. Şimdi hayat, cangıldakinden çok farklıdır.
Bir grup doktor tarafından titizlikle sağlık kontrolünden geçirilir, Onoda. Otuz yıl boyunca, tetikte yaşamıştır. Uyumadan, kaçarak, saklanarak… Cehennemi sıcak, boğucu rutubet, her yağmurdan sonra sis gibi çöken zehirli sinekler, sürüngenler, kedi büyüklüğünde orman sıçanlarıyla; açlığın sınırında… Tüm bunlara rağmen öyle zinde ve sağlıklıdır ki doktorlar hayret içinde kalır. Oysa kısa süre sonra bedeni güçten düşecek, hayatı boyunca mücadele edeceği sağlık sorunları baş gösterecektir. Bir doktor, Onoda’nın yaşadığı sorunların, travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklandığını söyleyecektir ona. Doktorun travma diye nitelediği, otuz yılın zor koşulları değil; o zor koşullara maruz kaldığı adaya vedasıdır. Onoda, hayalindeki savaşı yitirmiş, kendi zihninden çıkıp hakikatle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Travma işte budur.
Şöhret, para, prestij… Hiçbiri işe yaramaz. Onoda koyu bir depresyona girer. Hayalinde taşıdığı, Japonya yoktur artık. Gökdelenler, televizyon kanalları, hava kirliliği ve atom bombası enkazları ile şimdiki Japonya yabancı bir ülkedir. Bir yandan uğruna ölmeyi göze aldığı eski Japonya’nın yasını tutar, bir yandan eski asker Onoda’nın… Cangılda korku ve ıstırap dolu, çok zor yıllar geçirmiştir ama orada yaşadığı acının bir anlamı olmuştur. Bu yeni acı ise acıların en kötüsüdür çünkü anlamsızdır.
Yalnızca üç yıl sonra Japonya’yı terk eder. Brezilya’ya yerleşir ve çiftçilik yapmaya başlar. Sao Paulo’da tanıştığı çay seremonisi uzmanı genç bir Japon kadınla evlenir. Hayat, sakin sularda akıp gider ama Onoda’nın içi durulmaz.
Hayatın anlamı, yeniden görülmeyi bekleyen güzel bir rüya gibi gönlünde uğuldar durur.
Bir gün gazetede bir haber gözüne ilişir. Tokyo’da, anne babasını vahşice öldüren bir gencin haberidir bu. Onoda’nın zihninde bir ışık çakar. Gençlere hayatta kalma becerileri kazandıracak bir okul açma kararıyla, on yıl sonra tekrar vatanına döner. Onoda Eğitim Kampları, Japonya’nın birçok şehrinde, yüzlerce gencin hayatına rehberlik edecektir.
Hiro Onoda, 16 Ocak 2014’te, doksan iki yaşındayken Tokyo’da öldüğünde, Japonya Kabine Genel Sekreteri Suga ‘’Onun Japonya’ya döndüğü günü dün gibi hatırlıyorum’’ diye anar askeri. ‘’Benim için İkinci Dünya Savaşı işte o gün bitmişti.’’
Ölümünden yirmi yıl kadar önce, Lubang Adası’na tekrar gider, Onoda. O ziyaret sırasında kendisiyle yapılan röportajlardan birinde, bir gazeteci sorar: ‘’Burada geçirdiğiniz otuz yıl için pişman mısınız?’’
Ne evet ne hayır der.
‘’Hayatımın en dinç yıllarını, inandığım bir davaya adamış olduğum için şanslı bir insanım.’’ Verdiği cevap bu olur.
Gerçekten böyle mi hissetmiştir, yoksa kalbinin kendine bile açamadığı karanlığında, başka bir cevap mı saklıdır? Bazen inanç, inada dönüşür ve o inat, insanın zihninde duvarlar örer. Ve bazen bir dava uğruna yaşamak, kendin için yaşamaktan daha kolaydır.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.