”Her Yolculuk, Bir Buluşma”

Parlak bir kariyere sahipken, en büyük tutkusu olan yolculukların sesine kulak verdi ve hayatının rotasını değiştirdi. Önce benzerlerinin ilk örneği olan, entelektüel keşif platformu Hepsi Hikâye’yi kurdu; ardından onun dokunuşları ile benzerlerinden ayrılan seyahat sitesi Yolculuk Terapisi’ni…  Çocuk yaşta çıktığı ilk seyahatlerden bu yana, merakı ve paylaşma arzusu hiç azalmamış bir gezgin, Zeynep Atılgan Boneval. Dünyanın büyüsüne kapılmış bu özel kadınla, seyahatlerin iyileştirici niteliğini, yolculukların hem hafifleten hem zenginleştiren gücünü ve onun ruhunda iz bırakan yol hikâyelerini konuştuk.

‘’Nereye gidersen git, yolun sonunda yine kendinle karşılaşırsın…’’ Sence doğru mu bu, Zeynep? Yoksa ‘’gitmek’’ insanı değiştirebilir mi?

“Aynı sularda iki kez yıkanılmaz” demiş Heraklitos. Hayat da insan da gidilen yerler de bir devinim ve akış içinde sürekli. Her etkileşim, her temas insanda mutlaka bir değişim yaratıyor. Yolculuklar benim için hem dünyayı hem kendimi tanımak adına en güzel yöntem ve fırsat oldu. Bir yandan farklı ortamlara girdikçe gördüklerim, yaşadıklarım, deneyimlediklerim sayesinde kendimde hiç bilmediğim yönlerimi keşfettim. Müzik, ritim ve dansın içimde nasıl bir vazgeçilmez olduğunu; bir renk, çiçek ve ağaç düşkünü olduğumu; çocukların saf doğallığının beni nasıl duygulandırdığını; çıplak ayakla dolaşmanın beni nasıl mutlu ettiğini; doğada bir deve gibi saatlerce yürüyebileceğimi; burcu Oğlak olan birisi olarak her tepeye tırmanmaya meyilli olduğumu… Bir yandan da tahminimden daha meraklı, daha toleranslı, daha cesur, daha girişken, yeri gelince daha güçlü olabildiğimi gördüm. Bunlar zaten içimde miydi, yoksa gittiğim yerlerin bana verdiği cesaretle mi geliştiler, yoksa ikisinin bileşimi mi; bilmiyorum.

 

etiyopya omo vadisi karo koyu kucuk merakli arkadasim
Etiyopya’nın UNESCO Dünya Mirası listesindeki Omo Vadisi’nde, bir çift meraklı göz

Hayat sıklıkla bir yolculuğa benzetilir. Yolculukların ve yolculuk arzusunun, özünde varoluşsal bir ihtiyaç olduğunu düşünüyor musun?

Aslında yolculuğun gittiğini sanırken bir nevi kavuşma olduğuna, öze dokunmak olduğuna inanıyorum. Varoluşumuzun özü; içinde bulunduğumuz yerle, doğayla, canlarla ve anla bütün hissetmek ise, yolculuk bunun için doğal bir ortam. Yolculuklarda rutinden çıktığımız için, tüm algılarımızı sonuna kadar açıp, gözlerimizi ve kulaklarımızı keskinleştirip, hiçbir şeyi kaçırmamak üzere sürekli ‘şimdi ve burada’ olabiliyoruz.

Gittiğimiz yerlerde kimsenin umurunda olmadığımız için ‘hiç kimseye’ dönüşüyoruz.

Böylece kalıplardan, rollerden, kimliklerden ve günlük hayatta üstümüzden atamadığımız sosyal kıyafetlerimizden arınıyoruz mecburen. Bir de gittiğimiz diyarların her biri, farklı yaşam biçimleri ile zihnimizdeki ve kalbimizdeki duvarları genişleterek, zamanla başkalıkları kucaklamamızı sağlıyor. Yani her anında, hem kendinle hem çevrenle hem de evrenle bütün olmanın doğal eğitimi gibi yolculuk.

 

peru machu pichu gunes kapisindan tirmanis sonrasi manzara
Antik kent Machu Pichu’ya, Güneş Kapısı’ndan tırmanış sonrası manzara

Sende gezgin olma arzusunu ateşleyen ilk yolculuk hangisiydi? O yolculuk seni nasıl değiştirdi?

Aslında yolculuk ateşi içime çok küçükken düştü. Elimden bırakmadığım Ten Ten ve Asteriks çizgi romanlarımdaki diyarlar, yaşamlar, insanlar, hikâyeler, kültürler beni hep etkilerdi. Ardından ilkokulda kayak ve folklor ekiplerimiz ile Avrupa’da birkaç şehre gittim ve büyülendiğimi hatırlıyorum. Beni en çok etkileyen ve hayatımı değiştiren, 11 yaşımdayken yaz tatilinde katıldığım bir buçuk aylık okul gezisi oldu. Otobüsle Bulgaristan, o zamanların Yugoslavya’sı, Avusturya, Almanya, Fransa, İsviçre, İtalya derken Avrupa’yı epey bir dolaştık. Gittiğim yerlerdeki farklı lisanların; giyim kuşam, mimari, lezzetler ve alışkanlıkların; şehirlerdeki meydanlar, parklar, yürüyüş ve bisiklet alanlarının; yollar boyunca otobüs camından izlediğim doğanın beni nasıl etkilediğini hâlâ çok net hatırlıyorum. Her ülkenin, hatta her şehrin kendine özgü bir kimliği, bir kültürü olduğunu anladığımda, dünyanın geriye kalanı ile ilgili içime kocaman merak tohumları düşmüştü. Defterime o zaman notlar almaya başlamıştım. Şöyle bir duygu ile dönmüştüm geziden: ‘’Ben hep yolda olmalıyım’’. Öyle de oldu zaten.

 

japonya kyoto sakura zamani parkta kitap okuyan geysa
Kyota’da, sakura -kiraz çiçeği- ağaçlarının gölgesinde bir geyşa

Dünyayı gezmeye ilk gençlikte başlamış biri olarak dönüp baktığında, yıllar içinde bir gezgin olarak nasıl değiştin?

Çocukluğumdan beri dünyanın büyüsüne kapılmış meraklı bir gezginim. Her yeni keşif için hâlâ aynı hevesi, heyecanı ve sevinci duyuyorum. Halen en büyük tutkum, yolculuk. 44 yaşına geldim; 99 ülkede, birçok farklı rotaya yolculuk yapmış bir gezgin yazar olarak görmek istediğim daha çok yer var. Her kıta, kendine has bir büyüye ve tarza sahip. Seyahatlerimi planlarken farklı motivasyonlarla bir karma yaratmaya çalışıyorum: Zamanda kaybolmak ve mistik deneyimler için Asya’ya veya Latin Amerika’ya, doğada büyülenmek için Afrika’ya, şehrin ritmi için Avrupa’ya sıra ile gidiyorum. Aralarda da kısa kısa kalp atışlarını hızlandırma, damak tatlandırma, suyla buluşma seyahatleri yapıyorum. Gitmeden önce epey hummalı bir araştırma içine giriyorum. Mutlaka gideceğim yerde yaşamış, oraları anlatan bir yazarın kitabını okuyorum. Tarihi, kültürü, görülecek yerleri, mahalle, müze, restoran, kafe ve müzik mekânlarını derleyip rotalar ve listeler oluşturuyorum. Ancak sonra da kendimi akışa bırakıyorum.

Spontan keşiflere, şaşırtıcı karşılaşmalara, sürprizlere yer bırakacak boşluklar yaratmayı ve güzel anları damla damla içmeyi seviyorum.

myanmar inle golu okula giden cocuklar
Myanmar’daki İnle Gölü’nde, sal üstünde okula giden çocuklar

Yolculuklarını yazma isteğini yaratan ne oldu?

Yolculuğun doğal uzantısı olarak yazma isteği ve ihtiyacı doğdu, içimde. Yolculuk tutkusuyla o kadar çok deneyim yaşadım ki bunları paylaşmak ve dünyanın farklı köşelerini insanlara sevdirmek istedim.

‘’Ankara’nın doğusuna gitmem’’ ya da ‘’Gelir seviyesi Türkiye’nin altında olan yerlere gitmem’’ diyen birçok tanıdığım var.

Oysa dünyanın her köşesi, büyük hazineler barındırıyor. Her yerde ayrı şaşırıyor insan. Bence seyahat etmek hem tüm algılarını açıp tamamen an’a kitlenmeni sağlıyor hem de ruhun yaşlanmasını önlüyor. İşte benim için yolculuklar böyle anlamlar ifade ettiği için yazmazsam olmazdı. Yolculuk hiçbir zaman sadece gidip görmek ve listede bir tık atmak değildi, benim için. Her bir destinasyonun bir ruhu olduğuna, bana bir hikâye anlattığına, içinde harmanlandığım, beni dönüştüren, iz bırakan buluşmalar olduğuna inandım.

hindistan delhi
Hindistan yolculuğunda, bir Yeni Delhi hatırası

Başarılı bir kariyere sahipken, uzun yıllar sonra kurumsal hayata veda ettin. Nasıl verdin bu kararı?

Aslında formasyonum ve çalışma disiplinim ile kariyer kadını olma yolunda adım adım ilerliyordum. Boğaziçi Üniversitesi’nde İşletme okuyup, ABD’de pazarlama master’ı yaptım. İki yıl ABD’de bir pazarlama danışmanlık şirketinde; sonra Türkiye’de, Yeni Projeler ve Pazarlama Müdürü olarak Unilever ve Boyner Holding’de çalıştım.  2004-2009 yılları arasında, Türkiye’nin ilk concierge ve seyahat şirketi Quintessentially Türkiye’nin genel müdürlüğünü yaptım. Kariyerde yükselirken bir yandan hayat sürekli karşıma seyahat projeleri ile ‘’yolculuk’’ kavramını getiriyordu. Çalıştığım iş kolu, seyahate dönüşmüştü. Gençliğimden beri seyahate meraklı olduğumu bilen arkadaşlarım, bir yerlere gitmeden önce benden tavsiyeler istiyordu. Bir yandan da yeni keşiflerimi ve izlenimlerimi zaman zaman dergilerle paylaşmaya başlamıştım. Bir süre işi ve tutkusu yan yana yürüyen bir profesyonel oldum.

‘’Hepsi Hikâye’’yi kurma fikri nasıl oluştu?

Gittiğim yerleri gerçekten kavrayabilmek için zamanla bu ülkelerin edebiyatını, sinemasını, filozoflarını, sanatçılarını da araştırmaya ve takip etmeye başlamıştım. Dünyanın dört bir köşesindeki hikâye zenginliği, benim içimdeki bambaşka merakları ortaya çıkarıyordu. Fakat sadece kendimi geliştirmek bana yetmiyordu; okuduklarımı ve izlediklerimi bir platformda paylaşabilmek; farklı bakış açıları ile çoğalabilmek istiyordum. En sonunda, benim gibi meraklı zihinler için dünyayı ve insanı tanımak üzere kurgulanmış atölyeler, sohbetler, tartışmaların olduğu bir keşif yeri kurmaya karar verdim. Ve 2009’da, İstanbul Bebek’te, Hepsi Hikâye’yi kurdum. Yedi yıl süresince burada muhteşem deneyimler yaşadık; çok değerli yazar, yönetmen, müzisyen, ressam, akademisyen, uzman ve şefleri ağırladık. Paylaştıkça çoğaldık gerçekten.

hindistan agra kalesinde sarili kadin
Hindistan’ın kadim kenti Agra’da bir sokak

Ve sonra ‘’Yolculuk Terapisi’’ geldi.

Evet. Bir yandan ben de izlenimlerimi, fotoğraf ve videolarımı paylaştığım yolculuk sohbetleri ve sunumlar yapıyordum. Ardından farklı diyarlara dair yazı ve önerilerimi arkadaşlarımla bir seyahat e-mail’i olarak paylaşmaya başladım. Meraklılardan ‘’Bunları bir site haline getirsen de e-mail’leri arşivlemek zorunda kalmasak’’ diye gelen talepler çoğaldı.

Ve yolculukterapisi.com doğdu. Öyle bir noktaya geldim ki yolculuklar, tutkumu ve işimi birleştirdiğim bir alana dönüştü. Yani ‘’Ruh, yolunu buldu.’’

Geleneksel bir seyahat sitesi olmasını istemediğim için kendi yolculuk anlam ve motivasyonlarımdan yola çıkarak ismi ve kategorileri belirledim. Zamanda kaybolmak, doğada büyülenmek, kalp atışlarını hızlandırmak, şehrin ritmi… Hangi mevsimde, nereye gidilir; her destinasyon kaç gün gerektirir gibi merak konusu olan kategoriler de ekledim. Zaman içinde yolda olma arzusu ağır basmaya ve yolculuklarımın sayısı artmaya başladı. Böylece Hepsi Hikâye de mekândan özgürleşerek benim gibi bir gezgine dönüştü. Şimdi yaz-kış yaşamayı seçtiğim Alaçatı’da ve zaman zaman İstanbul’daki farklı mekânlarda seyahat anlatımları gerçekleştiriyorum. Zaman zaman da konuk konuşmacılar ile sohbetler organize ediyorum.

Bugüne dek gezginliğe dair aldığın en iyi nasihat ne oldu?

Aslında gezgin olmak ile bire bir ilgili değil, ancak Hindistan’da İsha Yoga’da katıldığım altı günlük ‘içsel dönüşüm’ programında, Sadhguru’nun bir sözü çok etkilemişti beni.

‘‘Eğer hayatı ve kendinizi çok ciddiye alıyorsanız, hemen yolculuğa çıkın.’’

Egonun düştüğü kibir tuzağından arınmak için en güzel fırsat, yolculuk. Yolda üzerinizden apoletleriniz akıp gidiyor ve siz çıplak kalıyorsunuz. Ve o çıplak benlik, tek gerçekliğiniz.

galapagos adalarinda gun batimi
Galapagos Adaları’nda gün batımı

Tek başına çıktığın seyahatler oldu mu? Gezginlik tarihinde nasıl bir iz bıraktılar?

Tek başıma ilk seyahatimi, 18 yaşındayken staj için gittiğim Belçika’da, Brugge ve Antwerp’e yaptım. O andan itibaren özgür bir gezgin olduğumu fark ettim. Her zaman ne kadar ‘uzak’ olursa olsun, her yere ulaşabilecek gücün bende olduğunu teşvik eden bir ailem olduğu için, meraklarımın peşinden gidebildiğim özgür bir gençlik yaşama şansım oldu. Yüksek lisans sırasında tek başıma birçok seyahate çıktım; Amerika’nın farklı şehirleri ve doğa parkları derken iki hafta tek başıma sırt çantamla Meksika’yı dolaştım. Bu arada fark ettim ki tüm büyük kıtalara ve kendilerini çevreleyen okyanus ve denizlere rağmen tek başına ayakta durmayı ve kendi yaşam tarzını yaratmayı başaran adalar beni büyülüyor. Turks ve Caicos, Bahamalar, Karayipler, Sardunya, Korsika gibi adalara tek başıma yolculuklar yaptım. O zamandan beri – benimle gelecek kimse olmasa da – iflah olmaz bir gezgin olarak yollardayım.

Hâlâ her sene bir kez, tek başına seyahat yapmaya çalışıyorum. Kimi zaman doğa yürüyüşleri, kimi zaman yoga kampları, kimi zaman küçük masal diyarları…

vietnam caodaist tapinakta dua eden kadinlar
Vietnam’da, bir kaodaist tapınakta ibadet saati

Seyahat etmek, merak duygusunu canlı tutuyor ve çoğu zaman başka merakları, ilgileri doğuruyor. İyi bir fotoğrafçı olduğunu biliyorum. Şarap merakının yolculuklarda doğduğunu… Gezmek, başka ne tür ilgi alanları yarattı senin için?

Yolda olmaya tutkun bir gezgin iken başka tutkularım olduğunu da keşfettim zamanla. Üzümün, topraktan şişeye uzanan yolcuğu beni kesinlikle büyülüyor. Her gittiğim yörenin mutlaka şarabını tadarım. Hatta güzel bir şarabı, güzel bir yemeğe yeğlerim. Tanımadığım insanlarla sohbet etmek, çocuklarla oynamak, iletişim kurduğum ve güven uyandırdığım insanların fotoğraflarını çekmek, yolculuklar sayesinde geliştirdiğim bir yönüm. Aslında fotoğraflardaki bakışlar, o temasın ölümsüzleştirilmesi benim için.

Gittiğim yerlerin müzikleri, sanki içimdeki bir dansözü canlandırıyor. Çocukluğumdan beri kapı gıcırtısına oynarım zaten.

Her türlü ritmi yakalamayı sevdiğimi, yolculuklarda keşfettim.

Mutlaka gittiğim yerin lokal müzik türünü dinleyebileceğim mekânlara gider, dans adımlarını – becerebilsem de beceremesem de- bir şekilde öğrenmeye çalışırım.

Yolculuklarda, en çok yürüyerek keşfetmeyi sevdiğimi öğrendim. O yüzden sıkı bir hızlı yürüşçüye dönüştüm. Şehirlerin tüm sokaklarını, doğa parklarını, gölleri, tepeleri, ormanları, çölleri yürüyebilmek için günlük hayatımda da sürekli yürüyerek antrenman yapıyorum.

Bir de yolculuklarda çiçek ve ağaç düşkünü olduğumu fark ettim. Her farklı çiçeğin ve ağacın ismini, familyasını, nerede ve nasıl yetiştiğini öğreniyorum. Hatta PlantSnap aplikasyonum bile var. Tohum bulabilirsem Alaçatı’daki bahçeme ekiyorum. Ve yine yollarda bir renk tutkunu olduğumu keşfettim. Peru, Hindistan gibi dünyanın her köşesinden topladığım canlı renklerde kökboyalarım var; hepsi birer kavanoz içinde duruyor. Hâlâ neye dönüşecekler diye bekliyorum merakla.

namibia Sossusvlei kizil kumllar
Namibya’nın doğa harikası Sossusvlei’de, kızıl kum tepeleri

Çıktığın tüm yolculuklar içinde, hayatını en çok etkileyen hangisiydi?

Bir kız arkadaşımla birlikte; özgür ruhlu, bağımsız ve tamamen doğa ile uyum içinde yaşayan göçebelerin ülkesi Moğolistan’a yaptığım seyahat… O uçsuz bucaksız topraklarda,  17 gün boyunca iki kadın olarak yolculuk yapmak, gerçekten hayatımı değiştiren bir macera oldu. Moğolistan’ın çölleri, ovaları ve dağlarına yaptığımız yolculuklarda; kök saldığımız şehir hayatından; gökdelenler, apartmanlar, arabalar ve sokakların dip dibeliğinden; sosyal kodlardan, doğaya ve zamana hükmetme çabasından tamamen uzaklaşarak ruhumuzun hafiflediğini ve özgürleştiğini hissettik. Sahip olma kavramından uzak bu insanların tüm varlıkları, bir at arabasının üzerinde taşınabilecek eşyalardan, bir çadırdan ve bir de peşlerinden gelen bir sürüden ibaret.

Yersiz yurtsuz değiller; aksine tüm topraklar onlara ait. Ve hayatları, ruhlarının izinde gidebilecek kadar hafif…

Moğolistan’da geçirdiğimiz 17 günde, belirsiz ve tahmin edilemez doğanın kesin üstünlüğüne ve insanın doğa karşısında ancak bir karınca gibi kalabildiğine şahit olduk. Doğanın içimizden geçmesine izin verdik; zamansız, apoletsiz ve bagajsız olmanın hafifliğini yaşadık.

 

kambocya angkor wat yagmurda budist rahipler
Kamboçya’nın eşsiz antik kenti Angkor Wat’ta bir tapınak

Sence yolculuğun terapi gücü nereden kaynaklanıyor? Sana şifa veren yanları neler oldu?

En özgür ve en hafif hissettiğim anlar, yolculuklar.  Kendimle yaşadığım en çıplak buluşma, kavuşma. Sadece ‘insan’ olmanın doğallığını yaşadığım anlar… Çocukça ve özgürce kendimi yaşayabildiğim, farklılıkları kabul etmeyi öğrendiğim zaman dilimleri. Yolculuklarda, günlük yaşamın rutininden uzaklaşırız. Normalde her gün aynı saatlerde, aynı yerlerde, aynı insanlar ile aynı şeyleri yapıyoruz. Oysa seyahatte bu rutinden mecburen kopup, yeni bir sayfa açıyoruz. Başka ortamlar, binalar, insanlar, giyim kuşam, yemekler ve yaşam biçimleri ile karşılaşıyoruz. Her gün, benzer şeyleri tekrarlamaktan paslanan duyularımız açılıyor. Başkalıkların mümkün olabileceğini gördüğümüzde zihnimiz de özgürleşiyor. Kendimden en güzel örnek: Yeni ve taze fikirler, hep seyahatteyken aklıma gelir. Benim için her yolculuk, çarkı tersine döndürdüğü için bir kopuş ve bir beyaz sayfa. Yolculukta her hızı ve yavaşlığı, her kokuyu, her tadı sindire sindire yaşarım. Yüreğim harmanlanır; keşfettiğim yer ile bir olur. İşte bu yüzden, yolculuk bir terapi benim için.

Yaşadığın en heyecan verici seyahat hangisiydi?

Uganda’da, Goril Yürüyüşü’ndeki heyecanımı hiç unutmayacağım. Bugüne kadar çıktığım safariler içinde, vahşi doğa ile tamamen bütünleştiğimi en çok hissettiğim deneyim oldu.

Goril ve şempanze ailelerinin izinde, yağmur ormanlarının derinliklerine doğru ilerlerken, doğanın tüm gerçekliğine ve çıplaklığına ilk defa nüfuz ettiğimi; yaşanabileceklerin umudu ve olasılıkların heyecanı ile kalbimin titrediğini hatırlıyorum.

Hayvanlar hemen ötemizde oturmuş otlanırken, yavruları ile oynayıp birbirlerini tımar ederken, zaman zaman yanımızdan sürünüp geçerken, o adrenalin dolu anların şevkini ilk kez bu kadar yoğun hissettim. Eşi benzeri olmayan bu güçlü ve karakterli hayvanlarla, doğal ortamlarında yakın temas içinde bulunmak benzersiz bir deneyimdi.

namibya Sossusvlei gun batimi
Namibya, Sossusvlei’de gün batımı

En sevdiğin yolculuk türü?

Safari. Ne ile karşılaşacağınızı bilmediğiniz için gözlerinizi keskinleştirdiğiniz, kulaklarınızı açtığınız, tüm kokuları içinize çektiğiniz, pür dikkat sadece o anın içinde olduğunuz safari… Hedef yok, sonuç yok. Sadece yolda olmak ve yolculuk var.

Yalnız başına seyahat mi, yoksa eş dostla seyahat mi?

Eşim Alp hem hayat arkadaşım hem de en iyi yol arkadaşım. İkimiz de aynı merakta, ritimde ve seyahat coşkusunda buluşabilen ruhlarız. Mümkün olduğu kadar birlikte seyahat ediyoruz. Bazen benden daha gezgin olan, en yakın arkadaşım Gülden ile seyahat ediyoruz. Senede bir kez Far’n Away Travel ile Afrika’ya gitmeye çalışıyorum çünkü Türkiye’de, Afrika konusunda en uzman onlar. Senede bir de tek başıma seyahate çıkıyorum.

hindistan agra kalesine cikarken uyuyan sadhu
Hindistan’da, Agra Kalesi yolunda uyku molası

Bugüne dek yüzdüğün en güzel plajlar?

Küba, Cayo Largo açıklarındaki adacıklar. Yunan adalarından Arki’nin açıklarındaki lagün, Anti Paxos’un kumsalları, Milos’un kayalıkları.

En unutulmaz yemek?

İspanya’nın adası Formentera’da, Juan y Andrea’nın ayaklarımız kumdayken yediğimiz deniz kabukluları. Toskana kasabası Montalcino’da, Enoteca Osteria Osticco‘da tattığım şarap Brunello di Montalcino. Montevideo’da, El Palenque‘deki leziz etler.

Tattığın en tuhaf şey?

Kenya’da timsah eti.

Başından geçen en korkutucu olay?

Moğolistan’da, gece çadırımızı ablukaya alan sarhoş Moğollar.

En unutulmaz manzara?

Myanmar’daki antik kent Bagan ve Vietnam’daki Halong Körfezi’ndeki gün doğumları ile Afrika’daki tüm gün batımları.

Kaldığın en güzel oteller?

Mallorca’daki Ca’s Xorc; Salina’daki Capofaro ve Kolombiya, Cartagena’da Casa San Agustin.

myanmar bagan da gun dogumu
Myanmar’daki antik kent Bagan’da gün doğumu

Yaşadığın en unutulmaz deneyimler?

Salina – Panarea adaları arasında rastladığımız yunus kolonisi; Kenya’da, yavru aslanların doğumuna şahit olmak; Bhutan’da, Kaplan Yuvası Manastırı; Yeni Zelanda’da Cook Dağı tırmanışı; Myanmar Yangon’da, Shwedagon Pagodası’nda geçirdiğim sekiz saat; Queenstown’da uçaktan atlayış.

En overrated yer?

Korfu adasındaki Sidari Burnu ve Şangay yakınlarındaki antik kasaba Zhujiajiao.

İstanbul’da en mutlu hissettiğin yer?

Sabahın erken saatlerinde Boğaz.

Türkiye’de en mutlu hissettiğin yer?

Kapadokya vadileri.

Dünyanın en sevdiğin köşesi?

Moğolistanda’ki o platonun ucundaki kaya.

Son çıktığın seyahat?

Dünya’da Uganda, Türkiye’de Gökçeada.

Peki ya sırada ne var?

İos ve 100. ülke İzlanda.

mogolistan ucsuz bucaksiz gobi colu
Moğolistan’da, uçsuz bucaksız Gobi Çölü manzarası

Zeynep’in kaleminden Moğolistan’daki ‘o an’

‘’Günbatımı vaktinde, bir platonun ucunda oturuyorum. Aşağıdaki uçsuz bucaksız vadide, kilometrelerce yemyeşil bir çimen denizi uzanıyor. Ufukta alçalıp yükselen dağların tepeleri, çamlarla bezenmiş. Ta uzaktan kıvrıla kıvrıla yaklaşan bir nehir, masmavi parlayarak akıyor. Gün boyunca özgürce takılmış hayvanlar, dönüşe geçmişler, vadiden yukarı tırmanıyorlar. Koyun ve keçi sürülerinin ortasında, oğlaklar ve kuzular oynaşıyor. Sonra annelerine koşan yavruların sevinç melemeleri, tüm sessizliği yararak çınlıyor. Uzakta bir atın üzerindeki çoban, yarı vahşi at sürüsünü tırmanmaları için yönlendiriyor. Ucunda oturduğum kayaların altından iki sincap, kafalarını çıkartıp varlığımın güvenli olup olmadığını kontrol ediyor ve hareket etmediğim için oynamaya koyuluyorlar. Kekik kokuları, hafifçe esen rüzgâr ile önce burnuma, sonra içime doluyor. Az ileride, sekiz-dokuz yaşındaki çocuklar, yarışa hazırladıkları atlarını, şarkılar söyleyerek döndürüyorlar. Yanlarında iki çocuk güreş tutmuş; biri siyah, biri boz iki köpek onlara havlıyor. Arada kuşların, cırcır böceklerinin sesleri, arıların vızıltıları duyuluyor.

Güneş az önce battı. Gökyüzündeki bulutlar, parlak turuncudan pembeye dönüyor. Güneşin battığı tepenin üzerinden mavi ve mor ışık huzmeleri, gökyüzüne yükseliyor. Uçsuz bucaksız, alabildiğine manzaranın ortasında, sanki dünyanın göbek deliğinde, huzurla oturuyorum. Her şey mükemmel; doğa tam dengede. Tüm duyularım ile sadece o andayım; hiçbir düşünce yok aklımda. Tüm algılarım tatmin olmuş, ruhum dingin ve huzurlu bir doygunluk içinde. Sanki zaman duruyor, doğa içimden geçiyor ve ben onunla bir oluyorum. Kendimi ağırlıksız, özgür ve sonsuz hissediyorum. Her şeyi içime çekiyorum ve şükrediyorum. Ne bir eksik ne bir fazla; işte sonunda Moğolistan’dayım…’’

  • Fotoğrafların tümü, Zeynep Atılgan Boneval’a aittir.