2017’de okuduğum en güzel kitaplar… Tam bağımsız şahsi listem.
Latecomers, Anita Brookner
‘’Herkes tarihiyle yaşar.’’
Sevdiğimiz kitaplar vardır. Bir de sevdiğimiz, derinden sevdiğimiz, ilk kitabında vurulup ‘’O ne yazsa okurum’’ dediğimiz yazarlar. Anita Brookner benim için öyle işte. Anita Brookner benim yazarım. Onu, yarattığı kadın kahramanlarla sevdim. Düşünen, sorgulayan, zoru seçen; neredeyse tümü bekâr, yalnız ve kederli kadınlarla… Booker Ödülü’nü kazanan romanı Hotel Du Lac’ın sürprizli Edith Hope’u; Look At Me’nin ince ruhlu Frances’i; Dolly’nin, zevk düşkünü Dolly’yi egzotik bir merakla izleyen, çocukluk korkularından silkinememiş Jane’i… Latecomers ise öncelikle iki erkeğin, çocukluk dostu adaş Thomas’ların hikâyesi. İkinci Dünya Savaşı’nın karanlığında iki Yahudi çocuğu ve Berlin’den Londra’ya uzanan, on yıllara yayılan hayatları. Biri melankolik, diğeri güneşli ruhlardan. Biri her günü gelecek korkusuyla yaşayan, duygularıyla kimseye yük olmak istemeyen, sessiz ve hüzünlü Fibich. Ötekisi, her biten günü bir zafer kabul eden, en sade zevklerden mutluluk ritüelleri yaratan, kaygısız Hartmann. Birbirine hiç benzemeyen iki eski arkadaş, birbirine hiç benzemeyen karıları ve kendilerine hiç benzemeyen çocukları… Latecomers, karakter romanlarını ve aile hikâyelerini sevenler için bir edebiyat ziyafeti.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Peyami Safa
‘’Ağaçların bile sıhhatine imrenerek yürüdüm.’’
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu bu yaşımda ilk kez okudum. Çok geç, biliyorum ama ya ıskalayıp hiç okumasaydım? Yarısına bile gelmemiştim ki kendimi tutamayıp kardeşimi aradım. Bana kitabı öneren o olmuştu. ‘’Eda’’ dedim burnumun direği sızlayarak, ‘’Bu kitap bir şaheser!’’ İkimizi de duygulandıran ortak bir hatıradan söz eder gibi, uzun uzun romanı konuştuk sonra. Çünkü bazı kitaplar böyledir; içini yakıp geçer. Meçhul bir kemik hastalığından mustarip on beş yaşında bir çocuğun hikâyesi, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Genç ve hasta olmanın ezici yalnızlığı, düşman bir bedene rağmen hayata tutunma çabası, çocukluk aşkının saf umudu… Onu okul yıllarından ‘’psikolojik roman’’ türünün örneği olarak hatırlayanlarınız olacaktır. Bir başka özelliği daha var: Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatında otobiyografik romanın ilk örneklerinden biri. Kitabı daha iç yakıcı yapan da bu niteliği.
Konuş Hafıza, Vladimir Nabokov
‘’Artık kulaklarımda titreşen ses, kızakların uzaklaşan çanları değil; sadece damarlarımdaki yaşlı kanın şarkısı…’’
Otobiyografi demişken; 2017’de nihayet okuduğum kitaplardan biri de Nabokov’un, çocukluğundan başlayıp otuzlu yaşların sonuna kadarki kendi yaşam öyküsünü anlattığı eseri. Hikâyenin en başında, aristokrat bir ailenin malikânelerde büyüyen, küçük şımarık oğludur, Nabokov. Sonra Devrim olur ve dünya değişir. 1919’da, ailesiyle birlikte Rusya’dan Avrupa’ya kaçar. Cambridge’deki öğrencilik yıllarının ardından, önce Berlin’e, sonra Paris’e taşınır. Berlin’deyken tanıştığı, kendisi gibi bir Rus göçmeni ve edebiyat sevdalısı olan Vera’yla evlenir. 1940’ta, beş yaşındaki oğulları Dmitri ile Paris’i terk eder ve Amerika’ya giderler. Ömrünün yarısına, dünyayı değiştiren iki dev olay ve iki kaçış öyküsü sığdırır, Nabokov. Yıllar önce Bolşeviklerden kaçmamış olsa, Leningrad Kuşatması’nda açlıktan ölen binlerce insandan biri olacaktır belki. Ve sonra son anda, New York’a yelken açan son Fransız gemisiyle Paris’ten kaçmamış olsa, Yahudi karısıyla birlikte Nazi kamplarında hayatını kaybedebileceği gibi… Konuş Hafıza, edebiyat tarihinin en önemli otobiyografilerinden biri kabul ediliyor. Bir otobiyografi için gereken iki temel unsura da sahip. Fazlasıyla sahip! İyi bir yazara ve sıradışı bir yaşam öyküsüne. Bir de hem cenneti hem cehennemi içinde taşıyan, capcanlı bir hafızaya.
The Nature Fix, Florence Williams
‘’Sen bu dünyaya gelmedin. Tıpkı denizden gelen bir dalga gibi, bu dünyadan geldin. Buranın yabancısı değilsin.’’
Benim için mutluluğun tanımlarından biri: Bol gökyüzü, bol doğa ve upuzun bir yürüyüş. Yalnızca doğanın kendisine değil; resimden sinemaya, belgesellerden edebiyata bana doğayı taşıyan her şeye zaafım var. Edebiyatta mesela, doğa betimlemelerine bayılırım. Bulutlar, çiçekler, dalgalar; sayfalarca anlatılsın, hiç bitmesin isterim. Son yıllarda tam da aradığımı buldum: doğa kitapları. The Nature Fix, bu türün en iyilerinden biri. Depresyon ve obezitenin salgın haline geldiği dünyamızda; gökyüzünü seyretmenin, ormanda yürümenin, sahilde oturup ufka bakmanın ne ıstıraplara çare olabildiğinin kitabı. Kore’de orman banyosundan İskoçya’da ekoterapiye; savaş gazilerinden taciz mağduru çocukların tedavisine; beyin gücünden empati becerisine; her yerde ve herkes için doğanın şifasının kitabı. Yazarın dediği gibi, ‘’Aşk, kahkaha, müzik eksik olsa da hayatta, her zaman bir günbatımı var.’’
The Reason For Flowers, Stephen Buchmann
‘’Çoğu çiçek döllendikten sonra renk değiştirir. Sanki yüzü kızarmış gibi…’’
Yüzlerce yıl boyunca gezegenimiz çiçeksizdi. Yeryüzünde ilk çiçeklerin yaklaşık yüz elli milyon yıl önce ortaya çıktığı düşünülüyor. Sapların uçlarındaki küçük yapraklardan evrilmişler. Sonsuz çeşitlilikte renkleri ve kimyager ustalığıyla yarattıkları kokularıyla, kendi reklamını yapan üreme organları onlar. Yapraklarını açtığında, baş döndürücü parfümü yüzlerce metre uzağa yayılanlar da var; leş yiyen sinekleri kendine çekmek için çürümüş ceset kokusu yayanlar da. Kralların tacını süsleyenler, taç yaprakları yenenler; aşk ilan edenler, mezarları bekleyenler… The Reason For Flowers, hem doğa hem kültür tarihiyle çiçekler hakkında her şey! Çiçeklerin renkten, aromadan, estetikten çok daha fazlası olduğunu sayfa sayfa ortaya seren, okuması çok zevkli bir doğa kitabı. Doğanın sonsuz renk paletinde kaybolup gitmek isteyenler için…
A Natural History of The Senses, Diane Ackerman
‘’Dünyayı anlamanın yolu, duyulardan geçer.’’
Benim için iki tür kitap var: Sayfa sayfa okunanlar ve cümle cümle okunanlar. Çoğu zaman bu böyle ama iki niteliğe de sahip nadir örnekler mevcut ki Diane Ackerman’ın kitabı işte onlardan. Muhtemelen dönüp dönüp okuyacağım bir kitap bu. Müzik bizi neden duygulandırır? Kokular nasıl nostalji duygusu yaratır? Öpüşürken neden gözlerimizi kaparız? Tüm tatlar arasında, en düşük eşik neden acı eşiğimizdir? Ackerman, bilimle tarihi, tarihle edebiyatı buluşturuyor ve bunu, şiir inceliğinde bir anlatımla yapıyor. Onun cümleleriyle beş duyuyu ta en baştan keşfederken, yaşama iştahının kabardığını duyuyor insan. Koklayarak, tadarak, kulak verip dinleyerek, yeni gözlerle görüp yeniden dokunarak yaşamak, yaşamak, yaşamak istiyor.
Mindy, Tina, Lena
En yakınlarım, komik kadınlar. Hayatta beni en çok güldüren iki kadın, annem ve kızkardeşim. En sıradan şeylerde bile tuhaflıklar görmeyi başaran bir annem ve neredeyse her şeyi taklitle anlatma becerisine sahip bir kızkardeşim var. Ta öğrencilik günlerinden beri en yakın kız arkadaşlarım, yine beni güldüren, kendine has, komik kadınlar. Hayat zor, mizah şifalı ve bir insanla yakınlık kurmanın en sağlam yollarından biri, onu güldürmek. Onunla birlikte gülmek.
Mindy Kaling’i The Office dizisindeki tatlı sosyopat Kelly Kapoor rolünden hatırlarsınız. Mindy, The Office’in yalnızca oyuncularından değil; yazarlarından biri.
Tina Fey, Amerikan televizyon tarihinin ikonu Saturday Night Live’ın yıldız yazarlarından. Bir başka komedi dizisi 30 Rock’ın yaratıcısı.
Lena Dunham, senelerce en çok konuşulan dizilerden biri olan Girls’ün yazarı, yönetmeni, baş kahramanı. Üstelik tüm bunları başardığında yirmi beş yaşındaydı.
Su gibi akıp giden, üç eğlenceli kitap. Üç komik kadın. Bol kahkaha. Zeki olup da komik olamayan insanlar tanıyorum ama komik olup da zeki olmayana rastlamadım. Bu yüzden Mindy, Tina ve Lena’yla gönlümde arkadaşım.
Dünya Bir Kitap’ın Üç Kitabı
Bu üç kitabı o kadar çok sevdim ki onlar için birer yazı yazdım. Hem daha iyi kavramak hem de okuyup bitirince hemen ayrılmamak için.
Meliha Nuri Hanım, Zabel Yeseyan
‘’Sen hayatımın celladı oldun ve yüreğimin en derininden nefret ediyorum senden. Ateşler içinde ve severek nefret ediyorum…’’
https://dunyabirkitap.com/2017/05/17/asik-bir-kadinin-gunlugu-2/
Kul, Seray Şahiner
‘’Görülmeden yaşayan bir insanın gördüklerinden bir yaşam kurma özlemi…’’
https://dunyabirkitap.com/2017/06/08/televizyonda-kadinlik-dersleri/
Son Nefes Havaya Karışmadan, Paul Kalanithi
‘’Sorgulanmayan hayat yaşamaya değmez, der Nietzsche. Peki yaşanamayacak olan hayat, sorgulanmaya değer mi…’’
https://dunyabirkitap.com/2017/07/05/son-nefes-havaya-karismadan/
Dünya bir kitap ve her kitap bir dünya. Herkese iyi seneler ve iyi kitaplar dileğimle…
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.